Tarih sahnesine at sırtında çıkan Türkler, bu değerli hayvanı her zaman önemli bir varlık ve dost olarak görmüştür.
Tarih, Orta Asya bozkırlarında bu soylu hayvanı evcilleştiren ve ona ilk aşık olanların Türkler olduğunu belirtmektedir.
Türkler, Orta Asya steplerinde at sırtında dünyaya yayılırken, at sevgisini de tüm dünyaya tanıtan bir kavim olarak tanınmışlardır.
Avusturyalı tarihçi Hoopers, atın ilk eğitim ve evcilleştirme sürecinin İç Asya’da Türkler tarafından gerçekleştirildiğini ifade etmiş; Alman tarihçi Portriatz ise, “Eski Çağlarda At” adlı eserinde, atın MÖ 6000 yıllarında Türkler tarafından evcilleştirildiğini iddia etmiş ve bu tezini destekleyen bazı bulgular sunmuştur. Bu bulgular, Türkistan’ın Anav bölgesinde elde edilmiştir. Macar tarihçi Allfoldin de atın eğitim ve evcilleştirilmesine dair ilk süreçlerin Altay Türklerine ait olduğunu vurgulamıştır.
Türkler, at sırtında ülkeler fethetmiş, onun üzerinde amansız savaşlar vermiş ve büyük zaferler kazanmıştır. Hem savaşta hem de barışta Türkler, atlarından asla ayrılmamışlardır.
Savaş zamanları dışında, eğlence ve oyunlarına da atlarını dâhil ederek, her zaman atlarına büyük önem vermişlerdir.
Türklerin at, avrat, silah inancı da bunun en belirgin göstergesidir.
Çocuklarını erken yaşta ata bindiren Türkler, 3 yaşından itibaren çocuklarını büyük koyunlara oturtmuş, 8 yaşında at sırtında gezilere çıkmış, 12 yaşında ise mükemmel birer binici haline gelmişlerdir.
Günümüzde çocukların atçılık oynamak istediklerinde sopayı at gibi kullanmaları, büyüklerin sırtına ata biner gibi oturarak oyun oynamaları bu kültürün devamını göstermektedir.
Eski Türklerde at yarışı, bir spor ve eğlence olarak icra edilmiştir. Cuma ve bayram günlerinde, düğün, şölen ve erkek çocuk doğumları gibi etkinliklerde ilkbahar ve sonbahar aylarında at yarışları düzenlenmiş; at yarışı yapmayan toplumlar ise küçümsenmiştir.
Eski Türkler, atın antrenmanı konusunda, günümüzde bile uygulaması zor kabul edilen programlar hazırlamışlardır.
Atın koşu süresi, bakımı, beslenmesi,
sulanması, tımarı, banyosu ve antrenmanın her bölümünde verilecek yiyeceklerin türlerinden oranlarına kadar detaylı uygulamalar gerçekleştirmişlerdir.
Tarihçi E. Marcell, Hunlar hakkında yazdığı bir eserde şunları ifade etmektedir: “Türkler, süvari savaşında, şimşek hızıyla giden atlarının üzerinde, mıhlı gibi dururlar; hayatlarını at üstünde geçirirler.
Toplantılarını at üzerinde yapar, at üzerinde yemek yer, içer ve hatta uyku ihtiyaçlarını bile atlarının boynuna uzanarak karşılarlardı.
Biniciliğe daha küçük yaşlarda alışık olan gençler, yaya yürümeyi neredeyse bir onur kırıklığı olarak görürlerdi.”
- At binenin, kılıç kuşananın.
- At ölür meydan kalır, yiğit ölür şan kalır.
- İyi atta kötü renk bulunmaz.
- Ata binince Allah’ını, inince atını unutma.
- Atın dorusu, yiğidin delisi.
- Attan düşen yine atlanır.
- Atına bakan ardına bakmaz.
- Sudan geçerken at değiştirilmez.
- Alma alını, satma kırı, sev yağızı, bin doruya.
- “Türk sese vurgundur: Davul sesi, kılıç sesi, nal sesi.” (Oğuz Han)
- Kuş kanadın, er atın, at da Türkün kanadıdır. (Kaşgarlı Mahmut)
- “… Yiğit yiğidin yoldaşı / At yiğidin öz kardeşi…” (Karacaoğlan)