Türkiye’de kurulan İlk Türk devletleri dönemindeki sanat, Büyük Selçuklu Dönemindeki
sanat anlayışının devamı ve ilerlemiş hâlidir. Süsleme ve işçilikte daha yüksek bir düzeye
ulaşılmıştır.
Türkiye Selçukluları, topluma hizmet amacı güden dinî, sosyal ve ticari nitelikte cami, imaret
ve kervansaray gibi pek çok mimari eser ortaya koymuşlardır. Bu eserlerde taş işçiliği, yazılar ve
geometrik şekiller ile süslemeler öne çıkar. Bu yapıların giderleri vakıf topraklarının gelirlerinden
ve vakıf kuran bireyler tarafından karşılanmaktaydı.
SELÇUKLULARDA MİMARİ
Selçuk mimarisinin en göz alıcı noktası binaların dış cephesidir. Yerli yaşamda önemli bir yeri olan çadırı örnek
alan bu mimari, taş işçiliğinin tüm olanaklarını kullanır.
Aslında Selçuk mimarisi sık sık dinî olarak yasaklanan heykelin etkisinde kalmıştır. Bu binaların cephelerinde
sürekli olarak onun izlerini araştırır. Mektepten mektebe küçük madalyonlar, şemseler, yıldızlar, kornişler, su
kanalları ve ana kapının üstünde ışık ve gölge oyununu sağlayan istalaktitler, iki yanına fener gibi asılan
oymalı çıkıntılar, çiçek demetleri, firizler ve kordonlar, arabesk levhalar bu cephelerde bazen yazıya pek az yer bırakır, bazen de
onu yalnızca seçilebilir bir oyun hâline getirir. Selçuk kûfîsi adı verilen bu sanatsal
yazı stili, hiyeraltik çizgi ile
-ve hatta tanım gereği şekilleriyle- bu oyunu bir taraftan aşiret işçiliği kilim ve dokumalarının süsüne yaklaştırırken,
bazı durumlarda nisbetler arttığında, tüm bir kabartma halini alıyordu. Bu eşsiz taş işçiliği bazen heykel zevkinin
yerine kitap sayfasını ya da kitap gibi dokunmuş kilim veya şalı tercih ediyordu.
Sahip Ata tarafından yaptırılan İnce Minare’nin cephesi tiftikten dokunmuş büyük bir sultan çadırına benzemektedir.
Camiler, Türkiye Selçukluları sanatının
en önemli mimari eserleridir. Bunların en
önemlileri Konya ve Niğde’deki Alâeddin
camileridir. Mescitler arasında Konya’da Taş
Mescit, Sırçalı Mescit ve Karatay Mescidi
bu döneme ait önemli eserlerdendir.
Orta ve yüksek öğretim kurumları olan medreseler, hemen hemen
her ilde bulunmaktaydı. Medreselerde Kur’an-ı
Kerim, hadis, kelam, fıkıh gibi din bilimlerinin
yanında matematik, tıp, felsefe ve
filoloji gibi fen ve sosyal bilimler de
öğretilmekteydi. Özellikle tıp alanında
yüksek öğretim veren medreselerin yanı sıra hastaneler de vardı. Konya’daki Karatay, Sırçalı ve İnce Minareli medreseler bu dönemin
eserlerindendir.
Külliye, caminin etrafında inşa edilen medrese, şifahane,
kütüphane, hamam, türbe ve imaret gibi çeşitli işlevlere sahip
yapılar topluluğuna verilen isimdir. Türkiye Selçukluları döneminde
yapılan külliyeler arasında Hunad Hatun Külliyesi ve Hacı
Kılıç Külliyesi en önemlilerindendir.
Türbe ve kümbetler, hükümdarlar ve önemli devlet
adamları için inşa edilen anıt mezarlardır. Türkiye Selçukluları
mimari eserleri arasında sıkça türbe ve kümbetlere rastlanır.
Bunlardan dört duvarının üstü kubbeyle örtülü olanlara türbe;
duvarları silindirik veya çokgen; çatıları ise konik veya piramit
şeklinde olanlara da kümbet denir. Önemli kümbetlere
örnek olarak Kayseri’deki Döner Kümbet, Ahlat’ta Ulu, Konya’da
II. Kılıç Arslan kümbetleri gösterilebilir.
Saray ve köşkler, Türkiye Selçukluları mimarisinin diğer
önemli örneklerindendir. Bunların en öne çıkanları I. Alâeddin
Keykubad tarafından yaptırılan Kayseri’deki Kubâdiye ve
Beyşehir Kubâdâbâd yazlık sarayları ile Alanya’daki kışlık
Alaiye sarayıdır.
Darüşşifalar, günümüzde hastane olarak bilinen mimari
eserlerdir. Kayseri Gevher Nesibe Darüşşifası, döneminin en
büyük hastanesi idi. Hastanenin yanında ayrıca bir tıp eğitimi veren okul da vardı. Dönemin diğer önemli
darüşşifaları, Amasya’da Amasya Darüşşifası, Sivas’ta I. Alâeddin Keykavus, Kayseri’de Gıyasiye
darüşşifalarıdır.
Türkiye Selçukluları döneminde, resim ve heykel sanatlarıyla da ilgilenilmiştir. Türkiye
Selçukluları,
saray kapısı ve duvarlarını, kale surlarını insan ve hayvan kabartmalarıyla süslemişlerdir. Selçukluların
dinî yapılarında çift başlı kartal ve at üstünde avcılık yapan insan kabartmalarına rastlanmaktadır.
Hükümdarlık sembollerinden nevbet, saray görevlileri tarafından sarayın önünde her gün belirli saatlerde çalınırdı. Mevlevî ve Ahi zaviyelerinde görülen müzik, tasavvuf müziğinin de temelini oluşturmuştur.
Destanlar ve Dede Korkut Hikâyeleri, kopuz eşliğinde çalınıp söylenirdi.
Yaygın olarak görülen sanatlardan çinicilik ise özellikle cami, medrese, türbe ve mescitlerin iç ve dış süslemelerinde
kullanılmıştır.
Ayrıca kumaş, halı ve kilim dokumacılığı, hat sanatı, tezhip (kitap süsleme), ciltçilik, oymacılık ve
kakmacılık ile maden işçiliği de gelişmiştir.