Savaş arzusu azaldığında, barış dönemlerinde büyük avlar düzenlerlerdi. İrili ufaklı gruplar halinde bir araya gelerek düşmanın üzerine, hem de şaşırtıcı bir hızla baskınlar yaparlardı.
Eğer karşılarında baş edemeyecekleri bir güçle karşılaşırlarsa karmaşık bir şekilde kaçmaktan çekinmezlerdi. Ancak kaçışı bile savaş tuzağı haline getirirlerdi. Aniden şimşek hızıyla geri döner, çabuk ve sıkı bir disiplinle sıra alarak ne olduğunu anlamayan düşmanın üzerine saldırırlardı. Savaş sırasında gösterilen cesaret ve yararlılığa son derece değer verdikleri söylenebilir.
Ammianus: “(Hunlar) piyade olarak savaşmaya hiç alışkın değillerdi. Şaşırtıcı kadar uzak mesafelere attıkları ve demir gibi sert ve öldürücü sivri kemikten uçlu oklarını atmada gösterdikleri ustalığa kimse erişemezdi… (Hunlar) İyi savaşçılar olup yay ve kement kullanma konusunda eşsizdiler.”
S. T. Efraim: “(Hunların) haykırışları, aslanların kükremesini andırır. Atları üzerinde ufukta bir fırtına gibi uçarlar. Ordularıyla oluşturdukları tufan, bütün diyar üzerinde dehşet uyandırmıştır. Silahlarına karşı koyabilecek kimse yoktur.”
Çinliler: “Türkleri üstün kılan atlıları ve okçularıdır. Kendilerine uygun olduğunda şiddetle saldırırlar, tehlikede olduklarını sezdiklerinde rüzgar gibi kaçar, şimşek gibi kaybolurlar.”
Türklerin büyük devlet kurmalarındaki en önemli etkenlerden biri güçlü ordulara sahip olmalarıdır. Bu sebeple ordu, Türk devletlerinin hem temelini hem de ana güç kaynağını oluşturmuştur. Bozkır yaşamının zorlu koşulları, Türklerin mücadeleci ve disiplinli bir yapıya sahip olmalarını zorunlu kılmıştır. Günlük yaşamda var olan bu disiplin anlayışı, savaş anında da tüm milletin iç teşkilatını bozmadan bir ordu gibi hareket etmesini kolaylaştırmıştır. Askerliğin özel bir meslek olarak görülmediği Türklerde, ailesini ve malını korumak isteyen herkes asker olarak yetişmek zorundadır. Bu nedenle Hazar Hakanlığı’ndaki yabancı askerler istisnai olmak üzere, Türklerde ücretli askerî bir sınıf yoktur. Halk içerisinde kadın erkek ayrımı yapılmaksızın hemen her Türk, iyi bir asker ve sürekli savaşa hazır durumdadır. Bu yüzden Türk milleti için “ordu-millet” terimi kullanılmaktadır. Sürekli bir ordunun bulunduğu Türk devletlerinde ordunun temeli süvarilere dayanmıştır. Bunun yanı sıra Türk ordusunda az da olsa “yaya birlikler” de yer almıştır. Örneğin İlteriş Kağan, 680 yılında bağımsızlık mücadelesine başladığında komuta ettiği ordunun üçte ikisi atlı, üçte biri ise yayadır.
İlk düzenli ordu, Büyük Hun Hükümdarı Mete tarafından kurulmuştur. Türk ordusu bugüne kadar gelen ve diğer devletlerin ordularına da örnek olan “onlu sistem”e göre teşkilatlandırılmıştır. Onlu sistemde en büyük birlik 10 bin kişilik olup bu birliğe “tümen” denir. Tümenler 1000’li, 100’lü ve 10’lu kademeleri küçülen birliklere ayrılır. Bu birliklerin başında, derecelerine göre “tümen başı”, “binbaşı”, “yüzbaşı”, “onbaşı” gibi unvanlar taşıyan komutanlar bulunmaktadır ve ordu, en küçüğünden en üst rütbesine kadar belirli bir kumanda zincirine bağlıdır. Devletin güçleri, öncelikle kabile, soy vb. ayrımlara bakılmaksızın 10’lu sisteme göre dağıtılıp, merkezden tayin edilen komutanlarla tek elden sevk ve idare edilmiştir.
Türk kağanı her savaşta ordunun başında bulunur ve orduya bizzat komuta ederdi. Ordunun diğer komuta heyetini, hükümdar ailesinin bireyleri ile akraba boyların liderleri oluştururdu. İdarecilerin tamamı aynı zamanda ordu kumandanlarıydı. Ordu, merkez, sağ ve sol olmak üzere üç sistemli bir yapıya sahipti. Ayrıca, asıl ordunun dışında sınır boylarında doğrudan doğruya kağana bağlı askeri birlikler de mevcuttu. Başlarında “şad” denilen komutanlar bulunan bu askerler, asıl ordu ile irtibat halindeydi ve merkezin haberi olmadan hiçbir harekette bulunamazdı. Hunlar döneminde, Çin’den alınan sınır bölgelerine Türk boyları yerleştirilirdi. Bu bölgelere yerleştirilenlere toprak verilip vergiden muaf tutularak askeri başarının kalıcı olması sağlanmaya çalışılırdı. Köktürk kağanlarının, bahadırlardan seçilmiş özel bir muhafız birliği bulunmaktaydı. Bu muhafız birliğinin askerleri ise “böri” (kurt) olarak anılmaktaydı.
İlk Türk devletleri ordularında önemli askeri faaliyetler için kullanılan bazı özel birlikler de mevcuttu. Örneğin savaş zamanında düşman ordusunun durumu hakkında bilgi edinmek için “yelme” adı verilen keşif birlikleri gönderilirdi. Mani dinini kabul eden Uygurlar, yerleşik hayata geçip et tüketimini bıraktıkları için zamanla askeri özelliklerini kaybettiler.
Türk orduları her dönemin tekniğine göre donatılırdı. Çift kavisli yaylar ve Mete’nin icat ettiği ıslık çalan oklar, o dönemde kullanılan en etkili silahlardı. Üç tarafında delik bulunan bu oklar, atıldıklarında rüzgarın etkisiyle ses çıkarır ve düşmana korku salardı. Aynı zamanda Türkler, dört nala at üzerinde dört farklı yönde isabetli ok atmada ustaydılar. İyi kement atarlar, yakın dövüşte mızrak, kargı, süngü ve kılıç kullanırlardı. Türk savaşçılarının çeşitli savunma silahları mevcuttu. Bunların başında kalkan, zırh ve tolga geliyordu.
TÜRK ORDUSUNDA STRATEJİ
Türklerde savaş için ayın birinci ve ikinci yarısı, zamanın gece ve gündüz, havanın da yağışlı ya da yağışsız olması gibi durumlar son derece önemliydi. Örneğin Hunlar, genellikle ayın ilk yarısında saldırıya geçerlerdi, ayın ikinci yarısında ise geri çekilmeye başlarlardı. Sürpriz baskınlarda da özellikle ayın dolunay halinde olduğu geceyi tercih ederlerdi. Öte yandan Türkler, yağmurlu havalarda savaşmaktan her zaman kaçınırlardı. Çünkü yağmurda yayın üzerindeki zamk eriyerek kirişin gevşemesi, yay kullanmayı son derece güçleştirirdi.
Türk savaş sistemi “hareket ve sürat” üzerine kurulmuştur. Savaşta hareket ve sürat üstünlüğünü sağlayan başlıca unsur attır. Türkler aynı zamanda, savaşta kendilerine avantaj sağlayacak stratejik yerleri düşmana kaptırmamaya büyük özen gösterirlerdi. Bu nedenle savaş alanına düşmandan önce gelerek stratejik yerleri tutarlardı. Ayrıca, düşmanın askeri faaliyetlerini önceden öğrenip gerekli tedbirleri zamanında almak için gözetleme kuleleri inşa ederlerdi. Genellikle çevreye hâkim tepelerde bulunan bu kuleler, ordunun ileri karakolları gibiydi. Düşmanın durumu hakkında haberler, gece kulelerde yakılan ateşler ve gündüz bu ateşlerden çıkan dumanlar aracılığıyla çok kısa bir zaman içinde merkeze iletilirdi.
Yeni ülkelerin fethedilmesi, keşif seferleri ve yıpratma savaşları yoluyla gerçekleşirdi. Alınması planlanan bölgeler öncelikle akıncılar tarafından gözden geçirilirdi. Bu keşifler olumluysa yıpratma harekatına başlanırdı. Düşmanın yığınak merkezlerine, yol kavşaklarına, yiyecek ve malzeme depolarına hızlı baskınlar yapılırdı. Bu seferler sırasında düşmanın moralini bozmak amacıyla çeşitli rivayetler yayılırdı. Bu harekât, düşmanın güçsüz duruma gelene kadar devam ederdi. Türklerin en önemli savaş taktikleri arasında sahte ricat (geri çekilme) ve pusu yer alırdı. Savaşın başında düşmanın gücünü ölçen Türk komutanları, yüz yüze savaşta yenilmesinin zor olduğunu düşündüklerinde bu taktiği uygularlardı. Süvari birlikleri, kaçıyormuş gibi yaparak geri çekilirdi. Kaçarken ok atmaya devam eden Türk ordusu, düşman askerlerini pusu kurduğu araziye çekmeye çalışırdı. Düşman, arazinin istenilen yerine kadar ilerlediğinde, burada pusu kuranlar tarafından çembere alınarak yok edilirdi. Türklerin başarıyla kullandığı bu strateji, Türk yurdunun adından dolayı “turan taktiği” olarak adlandırılmıştır.