Orta Çağ İslam Devletlerinde Spor ve Türklerin Etkileri

Türk kavimleri doğuya, batıya ve güneye yayıldıklarında, diğer kültürlerle etkileşim kurarak
kendi benzersiz medeniyetlerini geliştirdiler. Bu medeniyetler, beden kültürü ve spor gereçleriyle birlikte derin izler bıraktı. Bu bağlamda, Mısır’da Aybey yönetiminde kurulan Eyyubi Devleti ve Türk Kölemen “Memluk” Devleti, Nil vadisi ve Akdeniz kıyılarıyla Orta Doğu’da geliştirdikleri yüksek uygarlık seviyesine ulaşabilmek için beden kültürüne büyük önem verdiler.
Atalarının geleneklerine bağlı kalan Mısır Türkleri, bu amaç doğrultusunda birçok tesis inşa ettiler.

Eski Türk spor kültürünün ve medeniyetinin diğer kültürler üzerindeki etkileri arasında spor araç gereçlerinin önemli bir yer tuttuğu görülmektedir. Eski toplumlarda spor araç gereçlerinden biri olan yay, başka kültürlerde ahşap malzeme dışında dahi düşünülemezken, Orta Asya’da Hunlar tarafından bir kat kıkırdak, bir kat tahta ve bir kat yassı kemik ile birleştirilerek, oklarının eskisinden 8–10 kat daha uzağa fırlatılabilecek şekilde geliştirilmiştir.
Türklerin kullandığı ok, yay, at ve koşum takımlarıyla birlikte, giyim ve kuşam malzemeleri de o dönemin spor araç ve gereçleri olarak görülmektedir; bu da Türklerin spordaki ilerlemelerini göstermektedir.

Türklerin avcılık konusunda ilginç yöntemler geliştirdikleri ve diğer milletlere avcılık kültüründe rehberlik ettikleri bilinmektedir. Bunun en tipik örneği kartal avcılığıdır.

Kartal ile avlanmak, İslam ve Ön Asya kültürleri ile Çin medeniyeti için yabancı bir spor türüdü. Bu nedenle Türk kağanları, Çin İmparatorluğu’na gönderdiği elçilere her zaman iyi cins av kuşları hediye ederdi. Çinliler, bu hediyelere büyük önem vererek bu kuşların özelliklerini resmi kayıtlarına geçirirlerdi. Bu sebeple, eski Çin tarihinde bu kartalları tüm özellikleriyle bulmak mümkündür.

Türkler İslam dünyasına adım attıktan sonra, Ön Asya’da da bu tür av sporlarının yavaş yavaş yayılmaya başladığını görmekteyiz. Örneğin, Arapça sözlüklerde gördüğümüz “şakr” ve “şunkar” gibi kartal ve doğan adları, Türklerin etkisiyle Ön Asya’da da kullanılmaya başlanmış ve yayılmıştır. Bu kelimelerin Türkçe “sungur” ve “çağrı”dan türediği bilinmektedir.

İslamiyet’in yayılımında Türklerin büyük katkıları olmuştur. Özellikle Türklerin Müslüman olmasının ardından, İslam ordularında Türklerle birlikte savaşan Araplar, Türklerin meziyet ve yeteneklerini, karakterlerini ve savaş güçlerini yakından görme fırsatı bulmuşlardır. Abbâsî halifelerinden El-Mutasıl, kendi muhafız birliğini oluşturan Türkler için Bağdat civarında Samarra şehrini yaptırmıştır. Bu şehirde Türklerin spor yapabilmeleri için at koşuları meydanı, çevgen sahası, ok atma alanı, güreş ve boks için kapalı spor salonları ve stadyum gibi tesisler inşa edilmiştir.

Günümüzde “Safkan Arap” ve “İngiliz” olarak adlandırılan yarış atlarının ataları da Türk atlarıdır. Mezopotamya’ya ilk gelen Türkmenler, Orta Asya’dan ve Kuzey Çin’den göç eden Yakutlardır. 676 yılında halife, güvenilir ve iyi savaşçılardan oluşan bir birlik kurmak amacıyla Türklerden bir grup seçmiştir. Oğuz Türklerinden, iyi ok atan ve iyi ata binen iki bin kişi Mezopotamya’ya getirilmiştir. Arap atı olarak bilinen at türü, Türklerin Orta Asya’dan getirdiği ve Mezopotamya’da yetiştirdiği atlardır.

Orta Asya’nın mirası olarak günümüze kadar gelen çöğen, gelişmiş kurallara sahip bir oyun olarak Orta Çağ’da İran, Çin, Bizans ve Hindistan’da popüler bir Türk sporu olarak oynanmıştır. Kölemen Devleti’ni kuran Aybey, top ve çöğen oyununu çok severdi. Kıpçak Türklerinden olan Aybey’in, Levahur meydanında top oynarken atının tökezlemesi sonucu düştüğü ve öldüğü tarihi belgelerde yer almaktadır. Haçlı askerleri, Mısır ve Kudüs’te öğrenip oynadıkları top ve çöğen oyununu kendi ülkelerine götürüp ufak değişikliklerle oynamışlardır. Daha sonra, İngilizler tarafından küçük değişikliklerle olimpik bir spor haline getirilmiştir.

J. Burckhardt “İtalya’da Rönesans Kültürü” adlı eserinde, “Rönesans Avrupası’nın en değerli atlarının Çukurova’da yetiştirildiğini” dile getirmiştir. Avrupa hükümdarları, bu nitelikli atları elde etmek için Osmanlı padişahlarından özel taleplerle bulunmuşlardır.

Oğuz Kağan, Manas gibi Türk destanları ve Dede Korkut Hikâyeleri, Türklerde beden eğitimi ve spor hakkında önemli kaynaklar oluşturur. Bu destanlar, doğum, evlenme, ölüm ve bayram gibi geleneklerden kaynaklanan sportif faaliyetleri detaylı bir şekilde ele almaktadır. Kırgızların Manas Destanı, bunun en güzel örneğidir. Manas Destanı’nın önemli bir bölümünde, Kırgız Hanı Köketay’ın vefatı üzerine düzenlenen matem töreninde gerçekleştirilen uluslararası binicilik, okçuluk, mızrak, kılıç ve güreş müsabakalarından bahsedilmektedir. Eski Türkler tarafından yapılan en kapsamlı yarışmalar olarak kabul edilen bu etkinlikler, geleneksel Türk sporlarına da ışık tutmaktadır. Destanda Kırgız Hanı Köketay’ın matem törenine Noygutlar, Hoten Beyi, Yarkent, Ürgenç, Urum, Hokand, Kalmuklar, Kıtaylar, Moğollar ve Çinliler gibi farklı millet ve dinlerden tüm civar illerin hükümdar, han ve beylerinin koşu atları ve güreşecek yiğitleri davet edildiği anlatılmaktadır. Bu durum, yarışmaların uluslararası sportif karşılaşmalar haline büründüğünü göstermektedir. Geniş bir coğrafyada yaşayan halkları din, dil ve ırk ayrımı yapmadan matem törenine ve sportif mücadeleye davet etmek, tarihi dönemde büyük bir fedakarlık gerektirmekteydi.
Yazıtlar, matem törenleri için birçok kavmin geldiğini kaydetmektedir. Yarışmalara katılacak seyirci ve sporcu sayısının kalabalık olacağı öngörülerek gerekli hazırlıklar yapılmıştır.

Türklerde uluslararası yarışmalar düzenleme ve bunları sosyal yaşamın ayrılmaz bir parçası haline getirme geleneği, MÖ X. yüzyıl kaynaklarında ve Kırgız destanlarında görülmektedir.

Antik olimpiyat oyunlarında yalnızca Yunanlı sporcuların yarıştığı, köleler, esirler ve Yunanlı olmayan birçok sporcu yarışma dışı bırakıldığı bilinmektedir. İlk olimpiyatların MÖ 770 yılında başladığı kabul edildiğinde, Türklerin MÖ 1000 yıllarında Çinlilerle okçuluk ve binicilik yarışmaları yapması, ilk uluslararası ikili yarışmalar olarak kayıtlara geçmiştir. Antik olimpiyatlar ise, MÖ 776’dan MÖ 140 yılına kadar 630 yıl boyunca sadece Yunanlıların katıldığı yarışmalar olarak sürmüştür. MS VIII. yüzyılda Kırgızların matem törenlerinde yapılan yarışmalar, ilk çok uluslu yarışmalar olarak değerlendirilmelidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir