Fransızca “laique” kelimesinden türeyen laik kelimesi, Türkçeye Yunanca “lâikos” kelimesinden gelmektedir. Bu kelime, kalabalıklara ve halka ait bir anlam taşır ve başlangıçta din adamı olmayanları ifade etmek için kullanılmıştır. XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Fransa’da siyasi iktidarın kaynağı ve düzenlenmesi konusundaki kilise-devlet çatışması sonucunda laiklik tanımı değişmiştir. Bu dönemde, toplum ve devletin niteliğini gösteren bir felsefi, siyasi ve hukuki kavram haline gelmiştir; örneğin, laik okul, laik toplum, laik devlet gibi.
Buna göre laiklik, devlet ile din işlerinin ayrılması ve devletin siyasi, iktisadi ve hukuki düzenlemelerde yalnızca aklın egemenliğini kabul etmesi demektir. Hukuki anlamda ise, devletin ayrım gözetmeksizin kişilerin vicdan özgürlüğünü sağlamasıdır. Bu tanıma göre laikliğin iki ana unsuru ortaya çıkmaktadır. Birincisi, laik anlayışa göre devletin resmi bir dini yoktur; devlet, tüm din ve inançlara eşit mesafede durmaktadır. İkincisi ise bireylerin din, inanç ve ibadet özgürlüğüne sahip olmalarıdır. Bu noktada devlet, herkesin bu özgürlükleri eşit bir şekilde kullanmasını sağlamak ve haklarını kullanırken karşılaşacakları engelleri ortadan kaldırmakla yükümlüdür.
Türkiye’de Laiklik
Türkiye’de laiklik kelimesi ilk olarak meşrutiyet döneminde ortaya çıkmıştır. İslamiyet’te ruhban sınıfı bulunmadığı için bu kavram “ladini” şeklinde kullanılmıştır. Ancak laik kelimesinin günümüzdeki anlamıyla hayatımıza giriş tarihi, Gülhane Hattı Hümayunu’nda din ve mezhep özgürlüğünü konu alması ile başlamıştır. Kanunuesası’nın 11. maddesi ile laikliğe doğru bir yöneliş anayasa teminatı altına alınmıştır. 1909’da Kanunuesası’nda yapılan değişiklikler, Yeni Türk Devleti’nin 1921 ve 1924 Anayasaları’nda da devam ettirilmiştir. 1928’deki anayasa değişikliği ile “Devletin dini İslam’dır.” ifadesi kaldırılmıştır. 1937’de ise laiklik anayasada yer almıştır.
Atatürk ilkelerinin ve cumhuriyetin temel taşlarından bir olan laiklik, çağdaş olma, toplum ve devlet yaşamını akla ve bilime dayandırma anlayışını içermektedir. Bu ilkenin yeni kurulan devlette uygulanabilmesi için eğitimde, siyasette, devlet ve toplum yönetiminde ve örgütlenmelerde laikliğin yer alması gerekmektedir. Bu nedenle laiklik ilkesinin devlet ve toplum içinde yerleştirilmesi aşamalı bir süreç olarak gerçekleştirilmiştir. Bu doğrultuda bazı inkılaplar, laik bir toplum oluşturmayı hedeflemiştir. Laikliğin toplum tarafından benimsenmesiyle birlikte diğer inkılaplar da uygulanmaya konulmuştur. Atatürk’ün laiklik anlayışı, çağdaş uygarlığın gerekliliklerini esas almakla beraber kendine özgü özellikler taşımaktadır.
Atatürk, “Vicdan hürriyeti, ferdin mutlak korunması gereken tabii haklarının en önemli unsurlarından biri olmalıdır. Her birey; istediğini düşünme, istediğine inanma, kendi siyasi fikrine sahip olma, mensup olduğu dinin gerekliliklerini yerine getirme veya getirmeme hakkına sahiptir. Kimsenin fikrine ve vicdanına müdahale edilemez.” diyerek laiklik anlayışının, demokrasi ve insan haklarının en önemli unsurlarından biri olan din ve vicdan özgürlüğüne dayandığını vurgulamıştır. Türkiye’de anayasada 24. maddede belirtildiği gibi “Herkes vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir ve 14. madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dinî ayin ve törenler yapma konusunda serbesttir.” Buna göre bireyler, özgürce dinlerini seçme ve bu dinin gereklerini diledikleri ölçüde yerine getirme ya da getirmeme hakkına sahiptirler. Aynı zamanda bu anlayış, bireylerin istenirse hiçbir dine inanmama özgürlüğünü de kapsamaktadır. Atatürk, konuşmalarında dinin toplumsal hayatta önemli bir yeri olduğunu ifade ederken, İslamiyet’in laiklikle çelişmediğini şöyle belirtmiştir: “Bizim dinimiz, en makul ve en tabii bir dindir; çünkü o son din olmuştur. Bir dinin tabii olması için akla, bilime, fen bilgisine ve mantığa uygun olması gerekmektedir. Bizim dinimiz bunlara tamamen uymaktadır.”
Laikliğin bir diğer unsuru, devletin resmi bir dininin olmamasıdır. Atatürk’ün “Din bir vicdan meselesidir. Her birey vicdanının sesine uymakta serbesttir. Biz dine saygı duyarız; düşünceye ve anlayışa karşı değiliz.” sözü, dinin bir vicdan meselesi olarak algılandığını göstermektedir. Ayrıca, devletin belirli bir dine ayrıcalık tanıyarak, onun kurallarını tüm vatandaşlara kabul ettirmeye çalışması bu ilke ile engellenmiştir.
Devletin, her dinin mensuplarına herhangi bir ayrım gözetmeksizin kanun karşısında eşitlik sağlaması, laikliğin gereğidir. Laiklik ilkesinin bu yönü, anayasamızın 10. maddesinde “Herkes din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.” ifadesi ile açıklanmıştır.
Laikliğin bir diğer temel unsuru, toplumun ihtiyaçları göz önünde bulundurularak devletin akla, bilime ve gerçeklere göre yönetilmesidir. Bu anlayış doğrultusunda eğitimin de laik, akılcı ve çağdaş esaslara göre düzenlenmesi bu ilkenin gereğidir.