Osmanlı Devleti döneminde XVIII. yüzyıla kadar bilimsel çalışmalar iki ana kategoriye ayrılıyordu: dinî ve pozitif bilimler. Her iki alan da medreselerde eğitim alıyordu. Dinî bilimler arasında Kur’an, hadis, fıkıh, kelam ve Arapça; pozitif bilimler ise gözleme, deneye ve araştırmaya dayanan matematik, kimya, fizik, tıp ve astronomi gibi konuları içeriyordu. Fatih’ten önceki çağlarda Osmanlı yöneticilerinin desteklediği bilim insanları, genellikle dinî bilimler üzerine yoğunlaşmışlardı.
Fatih Sultan Mehmet ile birlikte sosyal ve fen bilimleri daha fazla ön plana çıkmaya başladı. İstanbul’u bir bilim merkezi haline getiren Fatih, Batı dillerinde kaleme alınmış birçok eseri tercüme ettirerek incelemelerde bulundu. XV. ve XVI. yüzyıllarda da önemli bilim insanları yetişmişti.
Osmanlı’daki bilimsel ilerlemelerin yanı sıra Avrupa’da da önemli olaylar yaşanıyordu. Örneğin, Kopernik (1473-1543) dünyamızın kendi ekseni etrafında ve Güneş’in etrafında döndüğünü keşfetmişti; ancak o dönemki Hristiyan taassubu nedeniyle bu görüşünü gizli tutmak durumundaydı. İtalyan bilim adamı Galile (1564-1642), Kopernik’in teorilerini doğrulayan eserler yazdığı için Engizisyon Mahkemesi’nde yargılanmıştı. Yine bir diğer İtalyan düşünürü Bruno, “evrende birçok dünya ve güneş sistemi mevcut” dediği için Roma Engizisyonu tarafından idam edildi.
XVII. yüzyılda kaleme alınan önemli eserlerden biri de “hükümdarlara nasihat” niteliğindeki siyaset ve reform kitaplarıdır. Koçi Bey, 1631’de IV. Murat’a meşhur Risalesi’ni sunmuştu. Kâtip Çelebi, 1656 yılına ait eserinde Osmanlı Devleti’nin bir zayıflama sürecinde olduğunu, fakat temel gücünün sağlamlığı sayesinde daha uzun süre var olabileceğini belirterek ıslahat önerileri sunmaktaydı.