Kapitülasyon Nedir veya Kapitülasyon Ne Demektir? İşte bu sorunun kısa cevabı: Kapitülasyon kavramı, Latince “sözleşme yapma” anlamındaki “capitulare” kelimesinden türemiştir. Ayrıca, İtalyancada “sözleşme” anlamında “capitulazione” kelimesi kullanılmaktadır.
Akdeniz’deki İtalyan kent devletlerinin ticarette başarılı oldukları ve vatandaşlarına ayrıcalıklı bir rejim uyguladıkları bilinmektedir. Kapitülasyonlar, Avrupalı devletlerin kendi ülkeleri dışında bulunan yurttaşlarının, bulundukları devletin yetkilerine değil, kendi devletlerinin yetkilerine tabi olması anlamına gelen ayrıcalıklar ile ticaret ve gümrük konularında sağladıkları kolaylıklar sistemidir.
Bu ayrıcalıklar, özellikle Osmanlı Devleti, Mısır ve Çin üzerinde tesis edilmiştir. Ancak, bu rejimin uygulamasından en fazla zarar gören taraf Osmanlı Devleti olmuştur.
Kapitülasyonlar Nedir, Ne Demektir?
Tek taraflı bir irade ile ülkede bulunan yabancı devlet vatandaşlarına adli, idari, iktisadi ve dini alanlarda çeşitli haklar, imtiyazlar ve muafiyetler tanıyan, tarafları bağlayan ve geçici ya da sürekli nitelikte olan düzenlemelere kapitülasyonlar denir.
Bu bağlamda, Osmanlı Devleti sınırları içerisinde bulunan gayrimüslim tebaa için sağlanan imtiyazlar, devletin en güçlü olduğu dönemde kendi rızasıyla imzalanan muahedeler kapitülasyon tanımının kapsamına girmektedir.
Osmanlı Devletinde Kapitülasyonların Nedenleri
Osmanlı Devleti’nin en güçlü döneminde kapitülasyon antlaşmalarıyla gayrimüslimlere tanınan ayrıcalıkların çeşitli sebepleri vardır.
Kapitülasyonların verildiği dönemde “yasaların kişiselliği” ilkesi dikkate alınarak, bir devletin vatandaşı nerede olursa olsun kendine ait yetkilere tabi olması gerekirdi. Dini açıdan bakıldığında, İslam Hukuku’nun gayrimüslimler üzerinde geçerli olmaması, bu kişileri kendi inanç kurallarına göre yönetme zorunluluğu doğuruyordu. En önemli sebepler mali ve siyasi gerekçelerdi.
Kapitülasyonların mali açıdan önemli katkısı, devletin topraklarından geçen ve ihraç edilen mallardan vergi alınarak hazineye kayda değer gelir sağlanmasıydı. Siyasi olarak ise, devletin kendi çıkarlarını korumak için batılı devletleri birbirlerine karşı kullanmayı ve gerektiğinde onların saldırılarını önlemeyi hedeflediği söylenebilir.
Osmanlı Devletinde İlk Kapitülasyonlar Hangi Devlete Verildi?
Osmanlı Devleti’nin kapitülasyonları ilk kez hangi devlete verdiği hususu tartışmalıdır. Ancak yaygın görüşe göre; 1352 yılında Rumeli’yi ele geçiren Osmanlı Devleti, diplomatik ilişkiler aracılığıyla değişik ittifaklar kurmaya çalıştı. Bu nedenle Venedik ile savaştaki Cenevizlilerle yakın bir ilişki kuruldu ve ilk Osmanlı kapitülasyonu burada verildi.
Yani Osmanlı ilk kapitülasyonu Cenevizlilere vermiştir. Bu tarihten sonra, Kanuni Sultan Süleyman dönemine kadar, yalnızca mevcut kapitülasyonlar tanındı; bu dönemde ise doğrudan doğruya Fransa’ya kapitülasyonlar verilmiştir. Osmanlı kapitülasyonları üç ana grupta incelenebilir.
İlk grup, Bizans İmparatorluğu’ndan kalan kapitülasyonlar; ikinci grup, Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetine giren Müslüman ülkelerde daha önce verilen ve devlet tarafından tanınan kapitülasyonlar ve üçüncü grup ise doğrudan padişahlar tarafından verilen kapitülasyonlardır.
Hangi Devletlere Kapitülasyon Verildi?
Fransa’ya verilen kapitülasyonlar esasen siyasi ittifak gereksiniminden kaynaklanmıştır. Daha sonra Fransa’ya uygulanan kapitülasyonlar diğer padişahlar tarafından da yenilenmiştir. Fransa’nın yanı sıra, İngiltere, Rusya, İspanya, Hollanda, Avusturya, Prusya, Sicilya Krallığı, ABD ve Belçika’ya da kapitülasyonlar verilmiştir. Böylece birçok devletle antlaşmalar yapılmıştır. Ancak zamanla bu antlaşmalar, devletin varlığı için sakıncalı bir hale gelmiştir.
Özellikle 19. yüzyılda, yabancı sermaye kapitülasyonlar aracılığıyla devlet üzerinde yıkıcı bir etki yaratmaya başlamıştır. Yabancılar, ticaret ve endüstriyel işletmelerle devlet içinde yer edinmeye başlamış ve kaynakları sömürmeye yönelmişlerdir. Yabancıların bu girişimleri dikkatlerden kaçmamış ve kapitülasyon sisteminin kaldırılması gerekliliği gün yüzüne çıkmıştır.
19. yüzyılın sonlarına doğru bu gereklilik muhatap devletlerin elçiliklerine iletilmiş, ancak tek taraflı olarak kapitülasyonları kaldırma girişimi başarıya ulaşamamıştır. Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Osmanlı Devleti, 1 Ekim 1914 tarihinde kapitülasyonları tek taraflı olarak kaldırdığını ilan etmiştir. Ancak müttefikler ve hatta Osmanlı Devleti’nin ittifakı olan Almanya ve Avusturya bile bu kararı tanımamıştır. Daha sonra Osmanlı yönetimi Sevr Antlaşması ile kapitülasyonları yeniden kabul etmiştir. Bundan sonraki süreç, Lozan Konferansı’nda elde edilen başarı ile sonuçlanmıştır.
Kapitülasyonların Ortaya Çıkışı
Dünyada kapitülasyon uygulamasının ilk örneklerine Ortaçağ’da rastlanmaktadır. Bu dönemde İtalyan kent devletleri çeşitli Batı kentleriyle ticaret ilişkileri geliştirmiş ve bu bölgelerde yabancı topluluklar oluşmuştur. Bu topluluklar üzerinde yerel olarak icraî yetkilere sahip hakimler görev yapmaya başlamıştır. Bu kişilere “konsol” ya da “konsül” denilmiştir.
Zamanla konsolların sayısı artmış ve yetkileri genişlemiştir. Bunlar sadece kendi vatandaşlarını korumakla kalmayıp, yabancı karasularında ve açık denizlerdeki toplulukları da kapsar hale gelmiştir. İtalyan kent devletlerinin yurtdışındaki vatandaşları için kendi hakimlerini atama uygulaması, başlangıçta Batı Avrupa’da görülmüş, daha sonra doğuda da benzer uygulamalara geçilmiştir.
Bahsi geçen devletler, özellikle XI. yüzyılın sonlarından itibaren zayıflamaya başlayan Bizans İmparatorluğu’ndan yararlanarak çeşitli imtiyazlar talep etmeye başlamışlardır.
Örneğin, Normanların saldırısı karşısında Bizans İmparatoru Alexios’un yardım istediği İtalyan kent devletlerinden Piza, 1111 tarihinde bir antlaşma ile yardım karşılığında İstanbul’da bir ticaret kolonisi kurma imtiyazı elde etmiştir.
Bu antlaşma ile Pizalılar, Bizans’a karşı düşmanca tutum sergilemeyeceklerine ve içlerinden birinin bu vaatleri bozması durumunda, Bizans İmparatoru’nun ilk talebinde bir tazminat ödeyeceklerini taahhüt etmişlerdir. Ayrıca, Bizans ülkesinde yaşayan Pizalıların, ülkenin düşmanlarca işgali durumunda savunma amacıyla İmparator tarafından askere alınacağı hükme bağlanmıştır. Alexios’un bu antlaşmanın gerekliliklerini yerine getirmedeki gecikmesi, Piza’nın askerî müdahalesine yol açmış ve nihayetinde İmparator, Piza lehine yeni kapitülasyonlar kabul etmek zorunda kalmıştır.
1111 yılının Ekim ayında imzalanan kapitülasyon antlaşması ile İmparator, Piza’nın büyük kilisesine her yıl para ve ipek armağanları vermeyi taahhüt etmiş, ayrıca Piza’dan gönderilen malların Bizans ülkesinde serbestçe satılabilmesi, Pizalıların altın ve gümüş ithalinde hiçbir vergi ödememesi, diğer ürünlerin ithalatında ise sadece %4 vergi ödemeleri gibi çeşitli yollarla ticaret imtiyazı tanınmasını sağlamıştır. Ayrıca, Pizalılar için İstanbul’da bir rıhtım, ayrı yaşam alanları ve mallarının korunması için uygun bir mahallenin ayrılması kabul edilmiştir. Aynı antlaşma, Pizalılar’a karşı işlenen hakaret veya kız kaçırma suçlarına karşı İmparator’un derhal adaleti tecelli ettireceği taahhüdünü de içermektedir. Antlaşmanın hükümleri, İmparator Alexios’un oğlu ve veliahdı olan Prens Jean tarafından da onaylanmıştır.
Sadece Piza değil, diğer İtalyan kent devletleri de bu dönemde Bizans İmparatorluğu’ndan imtiyazlar elde etmiştir. Venedikliler, Bizans İmparatoru Alexios döneminde sağladıkları geniş imtiyazları, onun ölümünden sonra İmparator olan Jean’a kabul ettirmeye çalışmış; ancak İmparator buna yanaşmayınca Bizans’a savaş açtıkları bilinmektedir.
İki devlet arasında 1126 yılının Ağustos ayında yapılan antlaşma, Venedik’in eski imtiyazlarının devamını öngörmüştür. Venedik, İtalyan kent devletleri arasında Bizans tarafından her zaman en çok gözetilen devlet olmuştur. Cenevizliler, Jean’dan sonra Bizans İmparatoru Manuel döneminde benzer imtiyazlara sahip olmuş, ancak bu durum uzun sürmemiştir. Cenevizliler’in imtiyaz elde etmesine içten içe isyan eden Piza ve Venedikliler, 1162’de Cenevizlilerin İstanbul’daki antreposunu basarak yağmalamıştır; bu olay, ileride Piza ile Cenova arasında kanlı bir savaşın patlak vermesine sebep olmuştur.
İtalyan kent devletleri, XII. yüzyılın sonunda Bizans İmparatorluğu’ndan konsolosluk yetkilerini genişleten imtiyazlar edinmişlerdir. Bizans İmparatorluğu 1199 yılında Venedik’e verdiği kapitülasyonla, kendi ülkesindeki Venedikliler arasında görülen davalara bakma yetkisini Venedik konsolosluğuna devretmiştir. Benzer bir imtiyaz, 1261 yılında Cenevizliler’e de tanınmıştır.
Bu arada Osmanlılar, İstanbul’un fethine yaklaşık elli yıl kadar önce, burada yaşayan Türklerin davalarına bakmak için bir kadı tayin edilmesini istemişlerdir. Osmanlılar, Selânik Venediklilerin kontrolünde iken (1426-1430 yılları arasında) burada bir konsolos bulundurarak, Selanik’te yaşayan Osmanlı vatandaşlarının özel hukuk davalarına bakması için görevlendirmiştir.
XV. yüzyılın sonları ve XVI. yüzyılın başlarında, o zamana kadar Doğu ticaretinde söz sahibi olan İtalyan kent devletlerinin yerini İngiltere ve Fransa gibi Batı Avrupa’nın güçlü devletleri almaya başlamıştır. Bu devletler, Doğu’da yeni bir güç haline gelen Osmanlı Devleti’nden elde ettikleri kapitülasyonlarla, İtalyan kent devletlerinin daha önce sahip olduğu imtiyazları elde etmişlerdir.
Fransa, bu süreçte diğer devletlerden daha önde yer almıştır. Zamanla, Osmanlı ülkesinde temsilciliği olmayan ve kapitülasyon edinmemiş milletlerin de himaye edilmesi hakkını elde etmiştir. İngiltere ise, 1580’de kendi kapitülasyonlarını elde ettikten sonra Fransa ile aynı haklara sahip olduğunu talep etmiş ve bu iki devlet arasında uzun bir rekabet yaşanmıştır. Osmanlı Devleti, 1604 yılında Fransa ile imzalamış olduğu Kapitülasyon Antlaşması ile Fransa’yı en çok imtiyaz elde eden devlet olarak kabul etmiş (4. ve 6. maddeler), 1607’de ise bu durum tüm dünyaya ilan edilmiştir.
Kapitülasyonların Kaldırılması
Osmanlı Devleti’nde kapitülasyonları kaldırma isteği 1856 Paris Kongresi’nden sonra belirginleşmiştir. Osmanlı Devleti bu antlaşma ile Avrupa devletleri arasında kabul edilmiştir, ancak yine de kapitülasyonları tek taraflı olarak kaldırma gücü olmadığı için sadece ilgili devletlerin elçiliklerine kapitülasyonların sorunlu yönlerini bildirmekle yetinmiştir.
I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Osmanlı Devleti, 8 Eylül 1914 tarihinde yayımladığı bir nota ile kapitülasyonları 1 Ekim 1914’ten itibaren kaldırdığını ilan etmiş ve bunu hemen uygulamaya koymuştur.
Ancak, nota, antlaşmalara dayalı bir düzenin tek taraflı olarak ortadan kaldırılamayacağı iddiasıyla Fransa, İngiltere, İtalya ve Rusya’nın sert tepkisiyle karşılaşmıştır. Savaşta Osmanlı Devleti’nin müttefiki olan Almanya ve Avusturya bile Osmanlı Devleti’nin bu kararına karşı çıkmış, fakat Almanya daha sonra Osmanlı Devleti ile yaptığı gizli bir antlaşma ile (11 Ocak 1917), diğer devletlerin de kabul etmesi şartıyla kendi kapitülasyon haklarından vazgeçmeyi kabul etmiştir.
Tüm bu gelişmelere rağmen, 10 Ağustos 1920 tarihli Sevr Antlaşması kapitülasyonların yeniden tesis edilmesini öngörmüştür. Ancak, 1917 Devrimi’ni yaşayan Rusya, 16 Mart 1921 tarihli Moskova Antlaşması ile kapitülasyon haklarından feragat etmiştir.
Kapitülasyonların tümüyle ortadan kaldırılması ise, 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Antlaşması ile mümkün olmuştur. Şüphesiz bu sonucunun elde edilmesi büyük mücadeleler gerektirmiştir.
Lozan’da, 2 Aralık 1922’de toplantı yapan ilgili komisyonda “Kapitülasyonlar” meselesini ele alan komisyon başkanı Garroni, kapitülasyonların yerine, yasama ve yargı alanlarında Türkiye’nin egemenlik hakkıyla uyumlu başka bir formül sunulmasını önerdi ve tartışılması için üç yan komisyon kurulmasını teklif etti. Bunun üzerine karşılık veren İsmet Paşa, kapitülasyonların bir ulusun bağımsızlığı ile asla bağdaşamayacağı gerçeğini vurgulayarak, bunların başka bir tarzda bile sunulmasına kesinlikle katılmayacaklarını belirtti. Ayrıca, Türkiye’deki yabancıların durumunun genel olarak uygar ve bağımsız devletlerde geçerli yasalara benzer yasalarla güvence altına alındığını ifade ederek, Türk delegasyonunun yalnızca kapitülasyonların tamamen kaldırılması koşuluyla yan komisyonlarda çalışmalara katılabileceğini vurguladı. İsmet Paşa’nın Curzon’a verdiği yanıtta, komisyonun Türkiye’deki yabancılar konusunda Devletler Hukuku genel kuralları çerçevesinde karşılıklı ticaret antlaşmalarının mümkün olabileceğini söylediği bilinir.
Müttefiklerin uzlaşmaz tutumları, uzun süre Türklerin yan komisyonların çalışmalarına katılmamalarına yol açmış, Lozan’da bu tutum sürdürülürken, iç basında da kapitülasyonların devamında ısrar eden Fransa’ya karşı büyük bir mücadele başlatılmıştır. Sonuç olarak, Lord Curzon, ABD temsilcisi Child ile birlikte İsmet Paşa’yı ziyaret etmiştir ve tüm kapitülasyonların kaldırılmasını talep ederek bunu antlaşmaya bir madde olarak eklemeyi önermişlerdir. Ancak bunun da bir koşulu vardır; Türk adlî sistemi gelişimi tamamlanana kadar geçici bir sistemin onaylanmasını istemişlerdir. Bu koşul kesinlikle İsmet Paşa tarafından reddedilmiş ve onun kararlı tutumu sayesinde kapitülasyonlar Lozan Antlaşması ile kayıtsız şartsız kaldırılmıştır.
Antlaşmanın 28. maddesi; “Yüksek âkit taraflar, Türkiye’de kapitülasyonların tüm yönlerden tamamen kaldırılmasını her biri kendisine ait bölümler açısından kabul ettiklerini beyan ederler” hükmünü içermektedir.
Bu arada Lozan Antlaşması’na taraf olmayan devletler de, sonra çeşitli vesilelerle ve özellikle gümrük ve ticaret antlaşmalarıyla kapitülasyon imtiyazlarının sona erdiğini kabul etmişlerdir.
Ayrıca bakınız:
Vikipedi