Türk dünyasında kadın algısını ele alan dört sayfalık makalenin ikinci sayfasında, “Umay” adının ilk kez Göktürk Yazıtları’nda geçtiği belirtilmektedir. Kültigin Yazıtı’nın doğu yüzünde “Umay teg ögüm katun (Umay misali annem Hatun)” ifadesi yer almaktadır (Tekin 2010: 32-33). Bunun yanında, Umay’ın rolüyle ilgili olarak Tonyukuk Yazıtı’nda; “Tenri Umay ıduk yer sub basa berti erinç neke tezerbiz.” (Tanrı, Umay, kutsal Yer Su onlara zafer verdi, niye kaçarız.) ifadesi yer almaktadır (Bayat 2007: 49). Resmi Türk kaynaklarında Umay’ın zafer ve destek veren işlevleri olsa da zamanla Umay Ana, daha çok çocukların koruyucusu olarak öne çıkmıştır ve Türk mitolojisinde yaratıcıların hiyerarşisinde yüksek bir konuma yerleştirilmiştir (Bayat 2007: 49). İlk yaratıcı güç veya yaratıcının yarattığı varlıklardan biri olarak kabul edilen Umay, Türklerin zihin dünyasındaki ilk kadın algısını yansıtmaktadır.
Eski Türklerde anne kelimesinin yerine “ög” veya “aba” kelimeleri kullanılmıştır. “Ög” kelimesi, “öksüz” kelimesinde olduğu gibi, günümüzde “anasız kalma” ve “anasız-babasız kalma” anlamlarında hala yer bulmaktadır. “Aba” kelimesi ise, eski Türklerde kadın Kamları tanımlamaktadır ve günümüzde “ebe” terimi bu anlamına en yakın olanıdır.
Türk devlet yapısına benzer bir şekilde, ailede babadan sonra annenin temsil edilmesi, annenin yerinin babasının akrabalarından daha yukarıda olmasına neden olmuştur. Bu dönemde, kadının aile ve toplum içindeki yerini zedeleyecek her tür davranıştan kaçınılmıştır. Kocanın eşini evden kovması veya boşanması gibi durumlara rastlanmamıştır; ayrıca başka bir sebeple dul kalan kadınların da babalarının evine dönemediği bilinmektedir. Dul kalan kadınlar, ailenin lideri sayılmıştır. Buna bağlı olarak Göktürk Yazıtları ve Uygur Türklerine ait metinlerde “ana” kelimesinin her zaman “baba” kelimesinden önce gelmesi ve Dede Korkut Kitabı’ndaki “ana ata” ifadeleri, kadına duyulan saygının diğer bir göstergesi olarak değerlendirilebilir (Ögel; 2001:247-248).
Türk kültüründe, kız ve erkek evlatlar arasında ayrım yapılmadığı, Hun ve Göktürk dönemlerine ait belgelere dayanarak anlaşılmaktadır. Dede Korkut Kitabı’nda da benzer bir durum gözlemlenmektedir. Kitapta, oğlu olanların ak otağa, kızı olanların ise kızıl otağa yerleştirildiği görülmektedir (Ögel 2001: 250). Burada ak ve kızıl arasında herhangi bir hiyerarşik üstünlük bulunduğu söylenemez.
Kız ve erkek evlat arasında bir ayrım yapılmazken, kadın ve kız kavramları arasındaki farklılık her dönemde kendini göstermektedir. Türklerde kadın ve kız arasındaki ayrımın temel noktası bekaret anlayışıdır ve bu kavram, İslamiyet’ten önce de mevcuttu. Kız evlendiğinde evin hakimi olurdu; bu nedenle evli kadın için “evci”, “eş”, “evdeş” ve “evlik” gibi terimler kullanılmıştır. Ayrıca evli kadın için en yaygın kelime “avrat”tır (Ögel 2001: 251). Bu noktada “evlenmek” terimini de ele almak gerekir. Batı dillerinde evlenmek anlamına gelen “to marry” ve “to get married” kelimeleri “koca bulmak” anlamında kullanılırken, Türkçede “evlenmek” kelimesi yeni bir yuva kurmak ve eşitlik anlamı taşır. Bu durum, Türk kültürünün ve dünya görüşünün ne kadar eşitlikçi olduğunu ortaya koymaktadır.
Bu ilk algının akabinde, kadının Türk düşünce dünyasındaki yerinin aile ve sosyal hayattaki yerleşimi göz önüne alınarak değerlendirilmesi gerekecektir. Hun İmparatorluğu dönemi ve onun devamı niteliğindeki Türk devletlerinin kuruluş dönemlerinde, hükümdarın unvanını, eşi de “katun” (Hâtun) olarak almıştır. Özellikle Akhunlar döneminde, tanhu ve “yen-shih” (Yin-çü= Hun dilinde İmparatoriçe) terimlerinin yerini tamamen “Kağan” ve “Katun” unvanları almıştır (Kafesoğlu 2010: 259). Eski Türk siyasi hayatında Hatunlar önemli rol oynamışlardır. Aralarında, devlet yönetimine yön veren, devlet başkanlığı yapan ve devleti yöneten yardımcılar bulunmaktadır. Örneğin, 585 ve 726 yıllarında Çin elçilerinin kabulünde Gök-Türk Hâtunları da hazır bulunmuşlardır (Kafesoğlu: 2010:259).
Oğuz Kağan Destanı’nın Uygur Türkçesi ile günümüze ulaşan metni, kadının yerinin değişmeye başladığını gösteren ilk izleri sunmaktadır. Oğuz’un doğumundan bahsedilirken, “Ay Kağan’ın gözleri parladı ve bir erkek çocuk dünyaya getirdi.” (Arat, Bang; 1970:?) ifadesiyle Oğuz Kağan’ın annesi ile Gök tanrı arasındaki ilişkiyi kurmaya çalışılmaktadır. Destanın ilerleyen kısımlarında, Oğuz’un evlilikleri anlatılırken onun bir ağaç kovuğunda bulduğu ve gökten bir ışık huzmesi içinde ortaya çıktığı kabul edilen iki kadına evlendiği ifade edilmektedir. Oğuz Kağan’ın eşlerinin ailelerinden bahsedilmemesi ve yer, su, ağaç ve gök kavramlarıyla bağlantılı olarak anlatılmaları, Türk evlenme ve yönetim anlayışındaki değişimlerin ilk izleri olarak değerlendirilebilir. Oğuz’un iki ayrı evlilik yapması, Türk düşüncesindeki çeşitli iyelerle ilişkilidir, ve onun doğumunda bir gök tanrı ilişkisi kurulmaya çalışıldığı gibi, çocuklarının annelerinin herhangi bir aile bağından uzak olmaları gerektiği kabul edilmiştir. Bu uzaklaşma Türk düşüncesindeki “soy” ve “sop” kavramlarının anlamlarıyla bir arada değerlendirilmelidir. Burada soy, Oğuz tarafından temsil edilirken, sop, Oğuz’un evlendiği kadınlar tarafından temsil edilmektedir. Bu durum, Oğuz Kağan’dan itibaren Türk düşüncesinde soy temelli bir aile yapısının esas alınmaya başladığını göstermektedir.
Türk Dünyasında Kadın Algısı konulu makalenin devamı: Türk Dünyasında Kadın Algısı 3