V. ve IV. yüzyıllarda Roma, dış tehditlerle başa çıkarken aynı zamanda iç karışıklıklarla da mücadele etmek zorunda kalmıştır.
Kıtlık, toprak anlaşmazlıkları, borçlar ve arazi ile ilgili meseleler, cumhuriyet yönetiminin yapısı ve genel olarak Roma toplumu ile ilgili daha derin sorunları beraberinde getiriyordu. Günümüz araştırmacıları bu sorunları genel bir çerçevede Sınıf Mücadeleleri olarak tanımlamaktadırlar.
Roma cumhuriyeti, aristokratik bir yönetim biçimi üzerine inşa edilmiştir. M.Ö. 500 civarlarında, Latince patricii olarak adlandırılan aristokrat kesim, özgür halkın yaklaşık onda birini temsil ediyordu. Ancak, bu grubun varlıkları ve siyasi güçleri, kendi aralarındaki evlilikler nedeniyle halkın daha geniş kesimlerine yayılmak yerine, bu aristokrat zümrenin tekelinde kalmıştır.
Yeni rejimle birlikte, halkın tüm kesimleri Comitia Centuriata gibi kurumlarda temsil edilmeye başlamış ve bu sayede devlet işlerinde ve hukuki süreçlerde yer almışlardır. Ancak, Comitia’nın kararları aristokratların kontrolündeki Senatus’un onayından geçmesi gerekiyordu. Diğer bir sorun ise yüksek memuriyetlerin durumu idi. Kralın devrilmesinin ardından önde gelen aileler, bu memurlukları kendi tekelinde tutmaya çalışmaya başlamışlardı. Memurlukların ve meclislerin sorumlulukları da ayrı bir çatışma kaynağı olmuştur. Özellikle bu meclislerin memurları bağımsız olarak seçmesi ve memurlara belirli yetkiler vermesi ya da onlardan bu yetkileri alması sıkıntıya neden oluyordu. M.Ö. V. ve IV. yüzyıllarda, bu meseleler insanlar arasında çatışmalara yol açan unsurlar olmuştur. Yukarıda bahsedilen patricii, bu çatışmanın bir cephesini oluştururken, pleb (Lat.: plebeius) olarak adlandırılan, aristokrat sınıfın dışında kalan halk kesimi de karşı cepheyi meydana getiriyordu.
Romalı aristokratlar, devlet yönetimindeki üstünlüklerini korumaya çalışıyordu. Ayrıca Roma’nın dini yaşamında da ayrıcalıklar sahibi idiler ve bunları kaybetmek istemiyorlardı. Roma’nın rahipleri, uzun bir dönem boyunca bu ailelerden seçilmiştir. Dinin, devlet yönetiminde önemli bir rolü vardı; Roma kralları ve daha sonra yüksek memurlar, “auspicium” adı verilen bir ayinle göreve başlamadan önce tanrıların onayını alırlardı. Bu bakımdan din, devlet işlerinin yönetiminde önemli bir yere sahipti.
Aristokratlar haricinde özgür halkın diğer kesimleri çoğunlukla pleb sınıfını oluşturuyordu. Bu nedenle, plebler aristokratlardan nüfus açısından çok daha kalabalıktı. Ayrıca, aristokrat ve pleb sınıflarının dışındaki bireyler de mevcuttu. Örneğin, aristokrat olmasalar da güçlü ailelerin himayesinde bulunan cliens’ler, ne aristokrat, ne de pleb olarak tanımlanıyordu. Plebler hakkında patricii’lere göre çok daha az bilgi mevcuttur. Çoğunluğunun fakir olduğu düşünülmektedir. Bununla birlikte, bazı varlıklı bireyler de bulunmaktaydı. Bu nedenle, kendi içlerinde bir birlik oluşturamadıkları söylenebilir. M.Ö. V. ve IV. yüzyıllarda plebler, kendi aralarından bir lider seçebilme imkanına sahipti. Bu durum, bazı pleb mensuplarının toplum içerisinde önemli roller üstlendiğine işaret etmektedir.
Plebler ve patricii arasındaki mücadelede, patricii sürekli olarak ödün vermek zorunda kalmıştır. Pleblerin en etkili silahı ise savaşlara katılmamaktır. Savaş zamanlarında, Roma’nın dışındaki bir tepeye çekilip aralarından yöneticiler seçiyor ve sıkıntıları giderilmeden işbirliğine yanaşmıyorlardı.
Bu süreçte, pleblerin kazandıkları haklar neticesinde kentte ikili bir organizasyon oluşmaya başlamıştır. Consul’ler ve askeri tribunus’lar Roma halkının tümünün lideri olarak algılanırken, plebler yalnızca kendilerine özel bazı yöneticiler ve dini oluşumlar oluşturdular. Pleb tribunu olarak bilinen en önemli haklarından biri, kendi liderlerini seçme haklarıydı (Lat.: tribuni plebis). Bu memuriyetin adı, söz konusu dönemin büyük çoğunluğunda cumhuriyetin en yetkili görevleri olan askeri tribunus’larla (Lat.: tribunus militum) bir zıtlık oluşturduğunu göstermektedir. Pleb tribunus’ları, kendilerine yardımcı olarak atadıkları pleb aedilis’leriyle birlikte, bereket tanrısı Ceres’in Aventinus tepesindeki tapınağında kendi kültlerini kurdular.
İlk dönemlerde pleb tribunus’larının yetki ve görevlerine dair pek fazla bilgi yokken, auxilium yani muavenet yetkisi önemli bir işlevi temsil ediyordu. Pleb tribunu, yetkililerle olan bir vatandaş arasında girip, vatandaşın serbest bırakılması ve memurun yardımcılarının tutuklamasına engel olma hakkına sahipti. Bu fiziksel müdahale hakkı, pleb tribunus’unun kutsal bir varlık olarak algılanmasından kaynaklanmaktaydı. Plebler, pleb tribunus’una zarar veren bireyleri, cezasız olarak öldürülebilecek bir haydut olarak görmeye yemin etmişlerdi.
12 Levha Kanunları olarak bilinen yasalar, M.Ö. V. yüzyılda meydana gelen olayların bir sonucu olarak pleblerin kazandığı önemli bir diğer haktır. Antik Roma tarihçilerine göre, consul’lerin güçlerini kısıtlamak ve yasaları ilk kez yazılı hale getirerek bunların herkes tarafından bilinmesini sağlamak amacıyla 450 yılında “decemviri” adı verilen on kişiden müteşekkil bir komisyon kurulmuştur. Bu komisyon, bir yıllığına consul’lerin bile üzerinde olağanüstü yetkilerle donatılmış, bir yılın sonunda ise cumhuriyet düzeninin düzgün işleyişi için gerekli yasaları ortaya koymakla yükümlüydü. Bazı kaynaklara göre, bu komisyonun çalışmalarına ilaveten bir sonraki yıl benzer bir komisyon, öncekilerin çalışmalarını sürdürmüş ve son olarak “12 Levha Kanunları” ortaya çıkmıştır. Bu yasalar, yüzyıllar boyunca Roma hukukunun temelini oluşturan ve adeta bir anayasa gibi işlev gören bir nitelik kazanmıştır. Yasaların odağında aile, tarım ve hayvancılık gibi Roma toplumunun temel unsurları yer almaktadır.
Evlilik, boşanma, miras ve babanın aile üzerindeki hakları gibi konular düzenlenmiştir. Ayrıca, toprak ve sınır meseleleri, tarımsal üretim, çitler, büyük ve küçükbaş hayvanlar, meyve veren ağaçlar ve köleler ile ilgili düzenlemelerini kapsayan kapsamlı bir yapı oluşturulmuştur. Diğer bir düzenleme ise borçlar ve borçlanma üzerineydi. Akdeniz’in diğer bölgelerinde olduğu gibi Roma’da da borçlanma, küçük ölçekli çiftçilerin alacaklılarına bağımlı hale gelmesine neden olabiliyordu. 12 Levha Kanunlarına göre, bir borçlu alacaklısının şikâyeti durumunda, borçlarını 30 gün içinde ödemek veya uygun bir ceza ile yüzleşmeyi kabul etmek zorundaydı.
V. yüzyılın sonunda bazı siyasi ve dini kurumlar, sonraki yüzyıllarda büyük ölçüde değişip ayrıntılandırılacak olsa da, bu şekilde yavaş yavaş kurulmaya başlamıştır. Bu dönemde Roma’nın siyasi hakimiyeti, Latium’un kuzey bölgesiyle sınırlıydı. Ardından gelen yüzyıllarda bu hakimiyet, yavaş yavaş adanın tamamına yayılacaktır.