Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi

Soğuk Savaş Döneminde Sanatın Kitleler Üzerindeki Etkisi

1960’ların ABD’sinde nüfusun neredeyse yarısı henüz 25 yaşında değildi. Tüketimi cazip hâle getiren reklamlar ve televizyon, bu genç kitleye dünyanın kapılarını açtı. Ailevi sorumluluğu olmayan, gelecek için endişe taşımayan bu gençler dünyayı sorgulamaya başladılar. Tepkiler ilk olarak Beatniks (Bitniks) Grubu ile ortaya çıkmaya başladı. Beatniks Grubu ailelerin reddettiği her şeyi benimsedi. Amerikan hayat tarzını reddeden bu grup daha ziyade siyahilerin yaptığı müzikten esinlenmiş yeni bir müziği, rock and rollu (rakınrol) oluşturdu. 1956-1958 yılları arasında eserleri yorumlayış tarzıyla Elvis Presley [Elvis Prizliy] bazıları tarafından putlaştırılırken bazıları tarafından da gençliği bozmakla suçlandı.

Beatniks Grubu’ndan sonra 1963’e doğru Kaliforniya’da, tüketim toplumunun reddedilişini daha ileri boyutlara götürecek olan hippi hareketi doğdu. Barışa ve şiddet karşıtlığına dayanan bu grup düşüncelerini büyük ölçüde müzik yoluyla aktardı. Beatles (Bidıls), Joan Baez (Coan Bayez), Janis Joplin (Cenis Coplin), Bob Dylan (Bob Dilın) bu dönemin sözcüleri oldu. Hippi hareketi üniversitelerde etkili oldu. Bu harekete katılan öğrenciler 1960’lı yıllarda ABD’nin Vietnam’a yönelik politikalarını protesto ettiler. ABD’de yaşanan bu öğrenci olayları birçok ülkeye yayıldı.

Sinema

1960’lı yıllar boyunca Amerika’da yaşanan toplumsal çalkantı ve buna karşı geliştirilmiş olan değişim arzusu sinema alanında da karşılığını buldu. 1960’larla birlikte ABD’nin Vietnam’daki direniş karşısında başarısız olması, siyahların yurttaşlık haklarıyla ilgili sürdürmüş oldukları mücadele, kadınların feminist harekete katılımlarında görülen artış, gençlik ve sol hareketler tüm dünyada olduğu gibi Amerika’da da etkili oldu. Gençliğin başkaldırarak sokaklara dökülmesiyle gelişen bu hareketler birbirlerine destek olmuş, birbirlerinin gelişimine de katkıda bulunmuştur.

Toplumsal muhalefeti oluşturan gruplar, yerleşik burjuva düzenine karşı alternatif bir düzen getirmeye çalışmışlardır. Böylece Amerikan sinemasının sık sık başvurduğu Amerikan rüyasının yeniden uyandırılmasına karşı yabancılaşılmış ve bunun hiç de doğru olmadığının ileri sürüldüğü bir döneme girilmiştir. Böylelikle Amerikan ideolojisine karşı bir duruş geliştirilmiş, bunun da sinemaya yansıması birçok filmle kendini göstermiştir. Bu filmler arasında Arthur Penn’den (Artur Pen) “Küçük Dev Adam”, Robert Altman’dan (Rabırt Eltmın) “Cephede Eğlence” ve “Mc Cabe and Mrs. Miller” (Mek Keyb end Misıs Milır), Mike Nichols’dan (Mayk Nikols) “Aşk Mevsimi” önemli bir yere sahiptir.

Robert Altman, Mc Cabe and Mrs. Miller’de Amerika’nın Vietnam Savaşı’na eleştirel gözle bakmış, savaşı ahmakça ve insanlık dışı göstermiştir. 1971’den itibaren Amerikan sinemasında muhafazakâr yönetmenler geleneksel, toplumsal kurumların ve değerlerin yeniden inşası noktasında önemli görevler üstlenmişlerdir.

Resim

II. Dünya Savaşı sonrası New York, Paris’in elinden Batı sanatının başkenti unvanını aldı. Chagall (Çıgal), Ernst (Örnst), Lipehitz (Lipçits), Masson (Messin) gibi birçok tanınmış sanatçı Avrupa’dan Amerika’ya göç etti. Amerikalı sanatçılar gelenleri kabullenerek onların temsil ettiği sanat akımlarına dâhil oldular.

Savaş sonrası soyut ekspresyonizm, tuvalin ve renklerin kullanımında ortak özellikler barındıran sanatçıları bünyesine katmıştı. Bu hareket kendi içerisinde iki temel eğilime ayrıldı. Birinci akım Harold Rosenberg (Herıld Rosınberg) tarafından ortaya konulan ve Jackson Pollock’un katkı sağladığı Action Painting Hareketi’ydi. İkinci akım, lirik ve düşünceye dayalı anlayıştan esinlenilmiş Color Field Painting’di (Kalır Fiyıld Peyinting). Bu akım 50’li yılların başında soyut sanatın zirvesi oldu. ABD’de soyut ekspresyonizme tepki olarak pop sanatı, op sanatı ve hiperrealizm gibi akımlar doğdu. 1955-1965 yılları arasında etkileri görülen pop sanatının temsilcileri Roy Lichtenstein, Andy Warhol (Endi Varhol), Claes Oldenburg (Kıleys Oldınbörg), şehirden etkilenen gerçekçi ve figüratif bir sanatı ortaya koydu. Bu akım halk kültüründen ve tüketim toplumundan beslenmekteydi.

1960’lı yılların ortalarında Avrupa ve Amerika’da görülen op [optical (optikıl)] ve sinetik sanat, sezgi ile ortaya konan illüzyonların merkeze alındığı resimleri konu aldı. Richard Vasarely’nin (Riçırd Vesırıli) temsil ettiği sinetik sanat büyük bir dikkat ve özen gerektirmekteydi. 1970’li yıllarda Amerika’da ortaya çıkan figüratif realizm pop ve sanayi toplumunun imaj ve nesnelerini eserlerinde işledi. Hiperrealizm ise figüratif realizmin ortaya koyduğu eserleri üretip düşünce boyutunu öne çıkardı. Bu akımın temsilcileri günlük hayatın en hor görülen şahsiyetlerini dahi konu edinmişlerdir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu