Türk Tarihi

Osmanlı Devleti’nin Klasik Dönem Ekonomik Yapısı

Kont Marsigli’ye göre Osmanlı

“Dışarıdan bakıldığı zaman, Türklerin temiz giyinen, fakat giyimlerinde Avrupa’daki süslerin hiçbiri görünmeyen, gösterişi sevmeyen, ağırbaşlı, kanaatkâr, dindar bir Müslüman toplumu olduğu görülür. Evlerinde de masrafları azdır ve bize göre fazla çeşitli değildir. Türkiye’de çok kalıp, Türk ailelerini yakından tanıyınca, her Türk’ün kendine göre varlığı ve tasarrufu olduğu anlaşılır. Sokakta dilenen yoktur. Yoksulu vardır fakat yardım görmeyen yoksulu yoktur.

Ticarete sanayiden daha fazla önem verilmiş ve ticarete öncelik tanınmıştır. İmparatorluklarını üç kıtanın birleştiği yerde kurmaları, Türklere çok güzel imkânlar sağlamış ve Türkler bu imkânı akıllıca kullanmışlardır. Dış ülkelere o kadar çok ve çeşitli ham ve mamül (imal edilmiş) madde satarlar. Belli başlı hiç bir madde ithaline ihtiyaç duymazlar, sadece hoşlarına giden malları satın alırlar.”

Yılmaz Öztuna, Osmanlı Devleti Tarihi, C. 2, s. 229-231 (Düzenlenmiştir.)

Ekonomik faaliyetler, insanların hayatlarını devam ettirebilmeleri için son derece önemlidir (Görsel 4.15). Çünkü insanlar beslenme, giyinme ve barınma gibi temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için bu faaliyetlerde bulunmak zorundadır. İhtiyaçların karşılanması amacıyla gerçekleştirilen ticari faaliyetler, toplumlara ve kültürlere göre değişiklikler gösterir. Bolognalı Orgeneral Kont Marsigli’nin İstanbul’da yaşadığı dönemle ilgili olarak söylediği yukarıdaki sözlerden de anlaşılacağı gibi Osmanlı halkının ekonomik yapısını, bu toplumunun kendi geleneksel değerleri ve yaşam tarzı oluşturmuştur. Osmanlı’daki ekonomik sistem; Türkistan tecrübesinin ve İslam dininin belirleyiciliği altında, eski Anadolu geleneklerinin de önemli olduğu bir etkileşim sahası içinde doğmuştur. Klasik Dönem Osmanlı ekonomik sisteminin temeli, talep (isteme) yönlü değil arz (sunma) yönlüdür. Bu anlayışta kanaatkâr fakat aynı zamanda girişimci olan insan tipi merkeze alınmıştır. Fiyat istikrarını sağlamak amacıyla, siyasi nüfuza neden olan büyük toprak mülkiyetlerine engel olunmaya çalışılmış, üretilen malların kaliteli ve standartlara uygun olması sağlanmıştır. Ayrıca, üretici ile tüketiciyi korumak ve vatandaşın mutluluğunu sağlamak amacıyla arz yönlü ekonomik sistem benimsenmiştir.

Klasik Dönem Osmanlı ekonomisinde; iaşecilik, gelenekçilik ve fiskalizm gibi üç ana ilkenin etkili olduğu görülmektedir.

KLASIK DÖNEM OSMANLI EKONOMISI

İaşecilik

Halkın refahı ve mutluluğu için piyasalarda arzu edilen kalitede ve ucuz fiyata yeteri kadar mal bulunması önemli olduğu için Osmanlı Devleti bunu gerçekleştirmek amacıyla temel tüketim mallarının yeterince üretilmesine dikkat etmiştir. Çok geniş bir coğrafyaya sahip olan Osmanlı Devleti’nde, ülkenin bir ucundan diğer ucuna ticaret kervanları devamlı hareket hâlindeydi ve Osmanlı, ekonomik kaynakların hemen her çeşidine sahipti. Osmanlı Devleti gerekli gördüğü durumlarda serbest bir şekilde ithalata da izin vermiştir.

Gelenekçilik

Osmanlı Devleti’nde sosyal ve ekonomik dengelerin mümkün olduğu kadar bozulmamasına dikkat edilmiştir. Sosyal ve ekonomik dengede herhangi bir bozulma ve değişim olduğu zaman olaya müdahale edilerek ekonominin eski dengesine dönmesine çalışılmıştır. Üretimin nasıl ve ne kadar olacağı, üretilen malların topluma ulaştırılmasının nasıl sağlanacağı gibi konulara özel dikkat edilmiştir. Özetle; üretim, iş gücü ve sermaye devamlı kontrol edilerek denge korunmaya çalışılmıştır.

Fiskalizm

Osmanlı yöneticileri, hazine gelirlerini çıkarabilecekleri en yüksek noktaya çıkarabilmek için çalışmışlar ve ulaşılan bu ekonomik zirveden aşağıya inilmemesi için var güçleriyle çaba sarf etmişlerdir. Bu anlayışla hareket eden yöneticiler, devlet harcamalarını kısarak devletin gelirlerini yükseltmişlerdir.

Bu üç ilke etrafında şekillenen Osmanlı ekonomisinde Ahiler önemli bir rol oynamışlardır. Esnaflar birbirleriyle yardımlaşmayı ve dayanışmayı sağlamak amacıyla esnaf birlikleri kurmuşlar ve kurdukları bu esnaf birlikleriyle teşkilatlanmışlardır. Osmanlı Devleti’nde oluşturulan bu yapıya ise lonca teşkilatı denilmiştir.

Özerk ve demokratik kuruluşlar olan loncalar, kendi iç denetimlerini kendileri yaparak devletin işini de kolaylaştırmışlar, Narh Sistemi’ni (fiyat belirleme) uygulayarak üretilen malın fiyatını, kalitesini ve standartlara uygunluğunu denetim altına almışlardır. Ürünlerin fiyatlarını duvarlara asarak halkın bilgilenmesini sağlayan Lonca Teşkilatı’nın geçmişte yaptığı görevlerin bir benzerini, günümüzde Esnaf Odası, Pazarcılar Odası ve Şoförler Odası gibi kurumlar üstlenmiştir. Osmanlı şehirlerindeki ekonomik faaliyetler belirli şartlara bağlandığı için her isteyen zanaata ve ticarete atılamazdı. Şehirlerde plansız iş yeri açmayı önlemek ve bölgeler arasında ekonomik dengeyi sağlamak için çeşitli tedbirler alınmıştır. Bu tedbirlerden biri de gedik hakkıdır. Gedik hakkı, ihtiyaç duyulduğunda gerekli mesleki yeterliliğe sahip olan kişilerin dükkan açma hakkıydı. Gedik hakkı sayesinde ticaret, ziraat ve sanayide dengeler korunmuş, ekonomik düzenin devamlılığı sağlanmıştır.

Osmanlı esnafı, İstanbul’da bulunan kapanlarda geçici olarak depolanan un, zeytinyağı, bal vb. malları tartıp kayıtlara geçtikten sonra, halka satmak üzere, perakende satış merkezi olan kapalı bir çarşıda yan yana bulunan dükkanlara getirirdi. Kapalıçarşı içindeki bedestenler, sarayın kıymetli eşyalarının korunduğu hazine gibi değerlendirilir, bu yönüyle ticaretin merkez bankası ve parasal düğümü olarak görülürdü.

Halk, aradığı her türlü malı vakit kaybetmeden Kapalıçarşı’da bulabilirdi. Kapalıçarşı’nın, ekonominin kalbinin attığı yer olması, burayı diğer ülkelerle rekabet merkezi hâline getirmişti. Ticaret yoluyla sermaye birikimi de yapılan Kapalıçarşı, bir finans merkezi olarak da önemli bir yere sahipti.

Osmanlı Devleti, büyük oranda tarıma dayalı sosyo ekonomik bir yapıya sahipti ve nüfusun çoğunluğu köylerde yaşıyordu. Köylülerin büyük bir kısmı vergi vermekle yükümlü reayadan oluşuyor ve Çifthane Sistemi içerisinde tarımla uğraşıyorlardı. Halkın çok az bir kısmı da mukataa denilen işletme biçimindeki yerlerde yaşıyordu. Toprağın mülkiyeti devlete, kullanma hakkı ise köylülere aitti. Köydeki her bir aileye bir çift öküzün sürebileceği bir arazi verilmekteydi. Köylüler dirlik sahibine çift vergisi öderler, ellerinde tuttukları topraklarda ürettikleri koyun, keçi ve bal gibi ürünlerin üretimi üzerinden belli miktarda vergi verirlerdi. Bu vergiler de yine dirlik sahiplerine ödenirdi. Köylüler toprağı üç yıl üst üste ekmezse, köylünün elinden toprak alınır ve başkasına verilirdi. Toprağı üç yıl üst üste ekmeyen köylü, ceza olarak çift bozan vergisi öderdi.

Osmanlı Devleti üretimi arttırmak ve üretimde devamlılığı sağlamak amacıyla bir kısım ekonomik tedbirler almıştır. Tarım arazilerinin boş kalmasını önlemek ve üretici kesime vergi indirimi sağlayarak üretimi teşvik etmek, alınan bu tedbirlerden bir kısmıdır.

Osmanlı ekonomik sistemi, küçük üreticiliğe dayanırdı. Bu yolla ekonomi kendi kendine yeterli hâle gelmiş, hatta dış piyasaya yönelik tarım ve sanayi ürünlerinin üretimine de sahip olunmuştur. Siyasi nüfuza neden olacak büyük toprak mülkiyetleri oluşmamış, çiftçiler işleyecekleri toprakta hak sahibi olmuşlardır. Osmanlı’da üretim, devletin değil kişilerin faaliyet alanı olarak görülmüştür. Bu alanda devlete düşen görev üretilen malın denetiminin yapılması, adalet ve güvenliğin sağlanması olarak belirlenmiştir.

Klasik Dönem tüketim anlayışı köylerde, kasabalarda ve şehirlerde farklılık göstermiştir. Şehirde yaşayan insanların tüketim imkânları daha genişken, köyde yaşayanların tüketim imkânları daha kısıtlı olmuştur. Osmanlı’da toplum, XVII. yüzyıla kadar lüks eşya tüketimine yönelmemiş, halk tasarruf anlayışını merkeze almıştır.

İnsanlar köylerde ve şehirlerde kendi geçimlerini sağlayacak kadar ekonomik faaliyetlerde bulunmuştur. Köylüler ellerinde olmayan malların tedariki için pazarda ürünlerini satmış, halk; barınma, giyinme, beslenme ve hayatlarını devam ettirmeye yönelik bir tüketim anlayışını benimsemiştir. Tüketiciyi koruma konusunda ise kadı ve muhtesiplere önemli yetki ve sorumluluklar verilmiş, tüketiciyi korumak için çeşitli tedbirler alınmıştır (Şema 4.2).

Osmanlı Devleti, ticarete verdiği önemden dolayı Sultan II. Bayezid Dönemi’nde (1502), Bursa İhtisap Kanunu’nu (Bursa Belediyesi Kanunu) çıkarmış ve bu kanunla ticari ilişkilerde standardı sağlayacak ilk adımı atmıştır. Birçok yerin mahallî özellikleri ve üretim çeşitliliği göz önünde bulundurularak ticarete standart kurallar konulmuş ve bu kuralların uygulanmasına büyük önem verilmiştir. Bursa İhtisap Kanunu’yla birlikte ürünün kalitesi, narh ve ceza hükümleri de belirlenmiştir.

Osmanlı toprakları, Doğu ve Batı ekonomilerini birbirine bağlayan İpek ve Baharat Yollarının Akdeniz’e ulaştığı bölgede bulunuyordu. Bulunduğu konum nedeniyle Osmanlı’da dış ticaret ve transit ticaret teşvik edilmiş, elde edilen gümrük vergileriyle devlet için önemli bir gelir kaynağı oluşturulmuştur. Bu nedenle ticarette denetimin yapılmasını ve yol güvenliğinin sağlanmasını bizzat devlet üstlenmiştir. Güvenli bir piyasa ortamı oluşturmayı ilke edinen Osmanlı Devleti, dış ticarette altın ve gümüşün yurt dışına satışını yasaklamıştır. Ticaretin gelişmesi için yollar üzerine kervansaraylar ve köprüler yaptırılarak bayındırlık hizmetleri arttırılmış ve bu yerlerin koruyuculuğunu devlet üzerine almıştır. Ticaret yolları üzerinde güvenlik amacıyla derbent (karakol) teşkilatı kurulmuş, tüccarların ulaşımını kolaylaştıracak olan taşımacılık işlerini yapan mekkari taifesi ile kervanların dinlenebilecekleri kervansaray, han, imaret ve misafirhane gibi yapılar zengin vakıf gelirleri kullanılarak bizzat devlet tarafından finanse edilmiştir.

İstanbul, İzmir, Antalya, Alanya, Sinop ve Trabzon gibi limanlar karayollarının bitiminde yer aldıkları için önemli birer ticaret merkezi olmuştur. Taşıma maliyetleri oldukça yüksek olan ticari malların iç piyasaya dağıtımında genellikle deve ve tekerlekli araçlar tercih edilmiş, İpek Yolu üzerinde bulunan taşımaya elverişli düz yollar daha çok kervan ulaşımı için kullanılmıştır.

Osmanlı Devleti, Anadolu’nun transit bölge olma özelliğini korumak ve buranın güçlendirilmesini sağlamak amacıyla dünya ticaretinin kalbinin attığı Akdeniz’de kapitülasyon (ayrıcalık) ve gümrük politikaları uygulamıştır. XVI. yüzyılda iç ve dış ticaret dengesi sağlanmış olmakla beraber bu dengenin devamı için hububat, barut, silah, kurşun, at, pamuk ipliği, sahtiyan (cilalanmış deri), balmumu, donyağı, gön, meşin, koyun derisi ve zift gibi bazı maddelerin yurt dışına çıkarılması yasaklanmıştır. Yasaklanan bu malzemelerin genelde savaşlarda kullanılan malzemelerle yerli esnafın ham madde ihtiyacını karşılayan mallar olduğu ya da halkın ihtiyacı olan gıda maddelerinden oluştuğu görülür. İhracata getirilen bu sınırlama orduyu, esnafı ve tüketiciyi koruma amacıyla yapılmıştır.

Osmanlı Devleti daha çok giyecek ve yiyecek maddeleri ile tüketim mallarının üretimine önem vermiş, sanayi kuruluşlarının yerini iklim ve nüfus şartlarına göre belirlemiştir. Osmanlı’da bilhassa dokuma sanayi çok gelişmiş ve dokuma sanayisinin ürünleri, Avrupa’ya büyük meblağlarla satılmıştır (Tablo 4.1).

Denizli’de pamuklu sanayi; Musul, Bursa, Bilecik, İstanbul ve Üsküdar’da ipekli sanayi; Erzurum ve Erzincan’da ise yünlü dokuma sanayi kurulmuştur. İstanbul, Edirne, Bursa, Tokat ve Doğu Anadolu’da deri işleri yapılmış Karaman’da kaliçe (küçük halı), Demirci, Gördes ve Kula’da halı ve kilim dokumacılığı gelişmiştir. Çuha Antalya’da, keten ve kendir sanayisi ise Karadeniz sahillerinde gelişmiştir.

Kök boyalarla yapılan Edirnekari pamuk boyama işi hem içeride hem de dışarıda ün kazanmış, ülkenin değişik yerlerinde; tophane, kumbarahane, fişekhane, baruthane vb. işletmeler kurulmuştur.

1518-1532 yılları arasında Floransa şirketlerinin ihracatında Osmanlı Devleti’nin payı %42 gibi yüksek bir orana sahipken 1544’te bu oran %13’e düşmüştür. Venedik ve Floransa tüccarlarının en büyük rakipleri ise Osmanlı tebaası olan Yahudi tüccarlardı.

İngilizler de tıpkı Floransalılar gibi İngiliz yününden yapılan çuhaları Osmanlı pazarında satıp karşılığında ham ipek almışlardır. İngilizler Ortadoğu’dan gerçekleştirdiği ham ipek alımını, 1621-1671 yılları arasında %275 oranında arttırmış ve XVII. yüzyılda ipek ithalatını Osmanlılardan yapmıştır.

Osmanlı ekonomisi Klasik Dönem’de madenî para sistemine göre işlemiştir. Altın ve gümüş; eşya olarak değil bir değişim aracı olarak kullanılmış, bu sistem istikrarlı bir para rejiminin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Osmanlı Devleti’nde yaşayan şehir halkının önemli bir kısmı, loncalar hâlinde bir araya gelmiş meslek gruplarına bağlı zanaatkârlardan oluşmuştur. Esnaf zümresine bağlı bu kişiler kendi mesleki alanlarında ürettikleri malları dükkânlarda satarlar, ucuz ve kaliteli mal çıkarmaya dikkat ederlerdi. Bu esnaflar arasında nalburlar, ayakkabıcılar ve bakırcılar gibi zanaatkârlar da vardı.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu