Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi

Yumuşama Dönemi’nde Türk-Yunan İlişkileri

Türk-Yunan ilişkileri; Batı Trakya, Ege Adaları, Kıbrıs ve kıta sahanlığı meseleleri olmak üzere ele alınabilir (Harita 4.11).

Anadolu yarımadasının batısında yer alan Ege Denizi aynı zamanda Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının birbirine yaklaştığı yer olan Akdeniz’in bir kolunu oluşturmaktadır. 1970’lerin ikinci yarısında Türk dış politikasının en önemli konularından biri Yunanistan ile yaşanan Ege sorunları olmuştur (Harita 4.12). Bu durumun ortaya çıkmasında her iki ülkede yaşanan gelişmelerin dış politikaya yansıması etkili olmuştur. Yunanistan, Türkiye ile ilişkilerinde Ankara’daki siyasal boşluktan ve ABD ambargosunun yarattığı durumdan yararlandı. Ankara ile ilişkilerinin temel stratejisini Ege üzerine oturttu. Ege Denizi’nde yaşanan Türk-Yunan gerginliğindeki temel sorunlar; kıta sahanlığı, FIR hattı, adaların silahlandırılmasıdır.

Kıta Sahanlığı

Yunanistan, 1961’den itibaren Ege Denizi’nde petrol aramak isteyen şirketlere arama ruhsatı verdi. Sondajlara 1963’te başlandı. Yunanistan’ın önceleri Ege’nin batı ve kuzey kıyıları için verdiği bu arama ruhsatlarının alanı, zamanla doğu yönüne kayma eğilimi gösterdi. Türkiye bu gelişmeler karşısında, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığına (TPAO) Ege Denizi’nin ortasından geçen bir çizgiyi esas alarak yirmi yedi ruhsat verdi.

Yunanistan, 7 Şubat 1974’te Türkiye’ye söz konusu ruhsatın kapladığı sahaların Yunan kıta sahanlığına girdiğini, arama ruhsatının geçersiz olduğunu bildiren bir nota verdi. Türkiye notaya verdiği cevapta Anadolu kıyılarından itibaren denizin altından batıya doğru uzanan toprakların Anadolu’nun tabii uzantısı olduğunu, dolayısıyla Türk kıyılarına yakın adaların Türk kıta sahanlığı içinde bulunduğunu, Yunan kıta sahanlığına girmediğini bildirdi. Kıta sahanlığı konusunda Türk-Yunan çatışması bu şekilde başlamış oldu. Yunanistan, kıta sahanlığı konusundaki tezini 1958’de Cenevre’de imzalanmış Kıta Sahanlığı Konvansiyonu’na dayandırdı. Türkiye, bu antlaşmayı imzalamadığını belirterek anlaşmazlığın milletlerarası hukuk kurallarına göre müzakere ile çözümlenmesini istedi. 1975’te iki ülke başbakanları Demirel ve Karamanlis, Brüksel’de bir araya geldi. İki Başbakan meselenin Milletlerarası Adalet Divanına götürülmesi için anlaştı.

Türkiye’ye ait Hora sonraki adıyla Sismik I adlı araştırma gemisi, 1976’da anlaşmazlık konusu olan sulara girdi. Ege’de bir savaş ortamı doğsa da iki taraf da bir noktada durmasını bildi. Bunun sonucunda Yunanistan ilk olarak BM Güvenlik Konseyine, ikinci olarak Milletlerarası Adalet Divanına başvurdu. 1976’da Güvenlik Konseyi kıta sahanlığı meselesinin esasına girmeksizin tarafların gerginliği artırıcı hareketlerden kaçınmak hususunda her türlü gayreti harcamalarını ve ikili müzakerelere başlamalarını tavsiye eden bir karar aldı. Milletlerarası Adalet Divanı da Yunanistan’ın talebini reddetti.

1976 başında Sismik-I’in Ege’ye açılması ile iki devlet tekrar savaş durumuna geldi. Bu olaydan sonra Yunanistan ile Türkiye, konuyu İsviçre’nin başkenti Bern’de görüştü. İki ülke arasında 1976’da Bern Deklarasyonu imzalandı. Bu deklarasyona göre müzakereler samimiyet ve iyi niyet çerçevesinde yürütülecekti. Görüşmeler, tam bir gizlilik taşıyacaktı. Taraflar, müzakereler süresince Ege’de kıta sahanlığı (Görsel 4.34) konusunda hiçbir faaliyette bulunmayacaklardı. Görüşmeleri engelleyecek ve birbirlerini küçük düşürecek bütün girişim ve tutumlardan kaçınacaklardı. Türkiye ile Yunanistan arasındaki kıta sahanlığı meselesi, günümüzde de devam etmektedir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu