Türk Tarihi

Türklerde Devlet Yönetimi

Tanrı’nın kut verdiğine inanılan ve kurultayda
seçilen kişi, ülkenin hakanı olurdu. Sonra
cülus (tahta çıkma) merasimi düzenleniyordu.
Göğe çıkar gibi tahta çıkma töreni denilen bu
tören şu şekilde cereyan ediyordu: Kağan, keçe
üzerine oturtuluyor ve dokuz defa döndürülüyor,
her dönüşte halkı selamlıyor, sonuçta dokuzuncu
semadaki Tanrı’nın yanına ulaştığına
inanılıyordu. Muhtemelen bu törenin devamı
olarak beyler, vezirlerle bir araya gelip saray
ortasına bir siyah keçe döşeyip kağanı getirip
keçenin üzerine oturtuyorlardı. Beyaz elbise
içindeki beyler, yeni kağana bağlılıklarını “Yukarıda güneşe bak, baki olan Tanrı’yı itiraf
eyle. Sen onun gölgesisin. Kendi tedbirini onun
muradına uydur. Aksi hâlde sana sadece bu
siyah keçe kalır.”
şeklinde dile getiriyorlardı.
Sonra kırmızı elbiseler giyip başlarına birer
sorguç (kotuz) takıyor ve kağana taç giydiriyorlardı.
Bunun ardından seçilen kağanın
boynu ipek bir kaytanla sıkılıyor ve kaç yıl kağan
olarak kalacağı soruluyordu. Bu bir nevi “hizmet
isteme andı”
olarak değerlendirilmektedir.

“Türk Tanrısı, Türk mukaddes
yeri, suyu öyle tanzim etmiş. Türk
milleti yok olmasın diye millet olsun
diye babam İlteriş Kağanı, annem
İlbilge Hatun’u göğün tepesinden
tutup yukarı kaldırmış olacak.
Babam kağan on yedi erle dışarı
çıkmış, dağdaki inmiş, toplanıp yetmiş
er olmuş. Tanrı kuvvet verdiği
için babam kağanın askeri kurt olduğu
için düşmanı koyun gibi imiş.
Güneyde Çin milleti düşman imiş. Kuzeyde Baz Kağan, Dokuz
Oğuz kavmi düşman imiş. Kırgız,
Kunkan, Otuz Tatar, Kitay, Tatabı
hep düşman imiş. Babam Kağan …
kırk yedi defa ordu sevk etmiş,
yirmi savaş yapmış. Tanrı lütfettiği
için illiyi ilsizleştirmiş, kağanlıyı
kağansızlaştırmış, düşmanı tabi
kılmış. Dizliye diz çöktürtmüş,
başlıya baş eğdirmiş. Babam
kağan öylece töreyi kazanıp uçmuş.”

Türk devletlerinde devletin başkanı ve hâkimiyetin temsilcisi hükümdardı.
Ancak Türklerdeki inanışa göre hâkimiyetin asıl sahibi Tanrı’ydı. Tanrı’nın bu
hâkimiyeti kağanlar vasıtasıyla kullandığına inanılırdı. Bu yüzden doğumları ve
yaşadıkları bazı olaylar, kutsal olarak yorumlanan ya da yakıştırılan hükümdarın
Tanrı tarafından üstün güç ve yeteneklerle donatıldığı kabul edilirdi. Tanrı
bağışı olan bu güç ve yetenekler Kök Türk Kitabeleri’nde; kut, ülüg, küç olarak
ifade edilmiştir.

Kut: Türk kağanının
“hükmetme,
hükümdarlık güç ve
yetkisi” yani “siyasi
iktidar” sahibi olması
demekti.

Ülüg veya ülüş: “Pay, hisse, nasip, kısmet” demekti.
Tanrı’nın Türk
ülkesinde bolluk ve
bereketi artırarak
“iktisadi bir güç”
kazandırması kağanın
da bunu adil bir şekilde
halka dağıtmasıydı.

Küç: Güç anlamındaydı.
Tanrı’nın Türk
kağanının savaş
yeteneğini artırıp onu
savaşlarda başarılı
kılmasıydı.

Türklerde Gök Tanrı’nın kut verdiğine inanılan
hükümdar ailesinin erkek üyeleri “kağan” olabilirdi.
Töreye göre hükümdar kurultayda seçilir ve bu
seçimlere halk da katılırdı. Türk devletlerinde Türk
olan baş hatunun büyük oğlu hükümdar olurken
küçük tiginler (şehzadeler) ise “şad” yani “ordu komutanı” olarak görev alırdı. Ancak bu durum
kesin bir kural değildi. Kağan yerine veliaht
gösterse bile diğer tiginler tahta geçmek için
mücadele etme hakları vardı. Bu yüzden sık sık
taht kavgalarının yaşandığı Türk devletlerinde
başka devletlerin kışkırtması ve desteği ile bu taht
kavgaları bir iç savaş hâlini alır ve devletin parçalanmasına
yol açardı.

Kağanın çocuklarının olmaması veya küçük
olmaları durumunda kardeşleri de hükümdar
seçilirdi. Örneğin Kültigin ve Bilge kardeşler,
babaları İlteriş Kağan öldüğü zaman çocuk yaşta oldukları için tahta amcaları Kapgan Kağan
geçmiştir. Bununla birlikte Uygurlarda ve Kök Türklerin
son dönemlerinde yabancı eşlerden olan
çocukların da tahta geçtikleri görülmüştür.

Eski Türklerde yönetimde başarı devam ettiği sürece kağan tahtında
otururdu. Ancak yönetiminde siyasi ve ekonomik sıkıntılar yaşanan kağandan
Tanrı’nın verdiği “kut”u geri aldığına inanılır, töreye göre kağan tahttan
indirilirdi. Örneğin Kök Türk Kağanı Kapgan’ın yerine geçen oğlu İnal, hükümdarlık
görev ve sorumluluklarını yerine getirememiş, iç karışıklıkları önleyemediği
gerekçesi ile tahttan indirilmiş, yerine Bilge ve Kültigin kardeşler
yönetime geçmiştir.

Eski Türk devletlerinde hükümdarlar, “kağan, han, yabgu, il-teber” gibi
unvanlar almışlardır. Hunlar, hükümdara sonsuzluk ve genişlik anlamına gelen
“şanyü” unvanı vermişlerdir. Köktürk hükümdarları daha çok kağan unvanını
kullanırken Uygurlarda da “idikut” unvanı yaygınlaşmıştır.

Türk devletlerinde her hükümdarın belirli hükümdarlık ve hâkimiyet
sembolleri vardı. Hükümdarlık sembolü otağ (hakan çadırı), örgin (taht),
tuğ
(sancak), davul, kotuz (sorguç), kemer (kur), kılıç,
yay, kama, kamçı (berge) idi.
Özellikle, hükümdarın oturduğu yer, yani devletin merkezi olan “ordu” (çadır
kent) ve çeşitli vesilelerle verilen “toy” (şölen) da hükümdarlık sembolü sayılmaktaydı.

Eski Türklerde hükümdar, devletin ve
toplumun geleceğini tayin etmekteydi. Bu
yüzden onun bazı özel niteliklere sahip
olması gerekirdi. Bunların başında cesaret,
kahramanlık, bilgili ve erdemli olmak
geliyordu. Özellikle bilgili olmak sadece Türk
kağanları için değil devletteki üst düzey
memurlar ve komutanlar için de aranan bir
özellik olmuştur.

Türk hükümdarı devletteki büyük güç ve
yetkileri kendi şahsında topluyordu. Devletin
her kademesindeki görevliler ve halk, onun
emirlerine uymak zorundaydı. Diğer taraftan
da en büyük yargıç sıfatını elinde bulunduran
hükümdar, yüksek mahkemeye başkanlık
ederdi.

Kağanın en önemli görevi ülkeyi ve halkı
düşmandan korumak, bütün toplulukları bir
devlet çatısı altında toplamaktı. Ayrıca töre
kurallarını uygulamak, düzeni sağlamak,
halkı adil idare etmek ve baskı yapmamak,
ekonomik açıdan halkı refaha ulaştırmak
kağanın diğer görevleri arasındaydı. Bunlar
dışında Türk kağanı; iç ve dış siyaseti düzenler,
savaş ve barışa karar verir, savaşta ordulara
komuta eder, elçiler gönderir, elçiler kabul
eder, devlet görevlilerini tayin eder veya
görevlerinden alırdı. Bununla birlikte Türk
kağanlarının Tanrı tarafından kendilerine
verildiğine inandığı dünya hâkimiyetini
sağlamak gibi evrensel bir görevleri de vardı.
Bunlara karşılık halk da kağanın emirlerine
uymak zorundaydı.

Orta Asya’nın güneyi aşılmaz çöller ve
Tibet Dağları, kuzeyi ise Sibirya ile çevrildiğinden
Türkler doğu ve batı yönünde topraklarını
genişlettiler. Topraklar genişleyip
devletin idaresi zorlaşınca Büyük Hun Devleti
hariç devlet teşkilatı, doğu ve batı olmak
üzere iki koldan yönetildi. Kağan “doğu”da
(sol) oturduğu için doğu daima üstün kabul
edilmiştir. “Batı” (sağ) bağımsız bir hükümdar
gibi icraat ve kararlar almakla birlikte kağanın
hâkimiyetini tanıyıp iç ve dış işlerini onun
adına yürütürdü. Devleti ilgilendiren bütün meseleler, kurultayda (mecliste)
alınan kararlara göre çözümlenirdi. Ortak yapılan seferlere ise kağanın
komutasında bütün askerler ve beyler katılırdı.
Türk devletlerinin yönetiminde kağan dışında hatun, hanedana mensup
tiginler vb. hanedan üyeleri de etkiliydi.

Çin kaynaklarında hatunun tahta çıkışı şu şekilde anlatılmıştır: Konçuy’u Uygur
katunluğuna tayin için uğurlu gün seçilmişti. Kağan önce kulesine çıkarak doğuya
dönmüştür. Kulenin altında, prenses için büyük bir keçe çadır kurdurmuştu. Bir grup
insan Çinli elbiselerini çıkarıp Uygur elbiselerini giyerler. Konçuy her ikisi de kırmızı
olan renkli bir elbise ve büyük bir manto ile altın işlemeli bir başlık giymişti. O, kuleye
doğru dışarı çıkıp kağanı selamlamıştı. Uygurlar, küçük bir taht tanzim etmişler,
dalgalı perdeli bir tahtırevan hazırlamışlardı. Bazı bakanlar prensesi tahtırevana
bindirdiler. Dokuz Uygur kabilesinin her birinin başkanı tahtırevanı taşıdılar. Güneşi
takip ederek sarayın etrafında dokuz defa döndüler. Sonra prenses, tahtırevandan
indi. Kuleye gitti. Doğuya dönük olarak kağanla birlikte oturdu. Ondan sonra,
bakanlar ve yardımcıları kağan ve katuna hürmetlerini bildirmişlerdir.

İlk Türk devletlerinde kağanın ilk eşine “hatun” veya “katun”
unvanı verilirdi. Hatunlar, kağanlar gibi töreye uygun olarak hatunluk
tahtına oturur, kurultaya katılarak kararlarda oy kullanır ve elçileri
kabul ederlerdi. Kağanlar gibi sarayı ve askerleri bulunan hatunlar,
eşlerinin yanında savaşa katılırlardı. Kağan öldüğünde tahta geçecek
tigin küçük ise hatun, oğlu adına devleti yönetebilirdi.

Türk kağanının oğulları “tigin” unvanı ile anılırdı.
Tiginlerin her birine devlet teşkilatının en yüksek
kademesinde görevler verilirdi. İdari ve askerî alanda
tecrübe kazanması amaçlanan tiginlerin idaresine
devletin önemli bölgeleri bırakılır; emrine de bir birlik
(tümen) verilirdi.

Büyük Hun Devleti, “orta”, “doğu” ve “batı” olmak
üzere “üçlü” devlet düzenine göre teşkilatlanmıştır. Bu
düzenlemeye göre; “orta”da Hun Hükümdarı Mete,
“doğu”da veliahtlar, “batı”da ise Mete’nin akrabaları ile
soylu Hun prensleri yer almıştır.

Kök Türklerde ise devlet, “doğu” ve “batı” olmak üzere
ikili teşkilat ile idare edilmiştir. “Doğu”da büyük kağan
bulunurken “batı”da “yabgu” unvanıyla kağana bağlı olarak
hanedan üyeleri yer almıştır. Kök Türk egemenliğinde
Uygurlar da bu devletin teşkilatını benimsemişlerdir.
Çin yıllıklarından edinilen bilgilere göre Kök Türklerde
28 çeşit unvan ve memuriyet vardır. Diğer Türk devletlerinde
görülen unvan ve memuriyetlerle bu sayı daha
da artmaktadır. Yandaki tabloda bu memuriyetlerden
bazıları ve anlamları verilmiştir.

Hükûmet (Ayukı)

Hunlardan itibaren yönetimle ilgili kararlar almak ve
alınan kararları uygulamak amacıyla devlet yetkililerinin
bulunduğu ayukı (bakanlar kurulu) adı verilen kurul
oluşturulmuştur. Ayukının başında “aygucı” veya “üge” adı verilen bugünkü başbakan bulunurdu. Bunlar
hanedan mensupları dışında, devlete hizmet etmiş
yetenekli, bilgili ve halkın sevdiği kişiler arasından
seçilirdi. Asya Hunlarında “Kutuhou”, Avrupa Hunlarında
“Onügez”, Köktürklerde “Tonyukuk”, Uygurlarda “Kutlu”
bu vezirlere örnektir.

Türk devletlerinde “buyruk” adı verilen hükûmet
üyelerinin sayısı zaman zaman değişirdi. Özellikle
Uygurlarda buyruklar büyük önem kazanmışlardır.
Kağanın gücünün zayıflamasıyla eş zamanlı olarak
buyrukların güçlenmesi, Uygur Hakanlığı’nda ileride
çökmesine neden olan temel faktörlerden biri olmuştur.
Bu değişimi yansıtan ilk olay eski Büyük Buyruk Baga
Tarkan’ın 776’da iktidarı ele geçirmesidir.

İlk Türk devletlerinde siyasi, askerî, ekonomik, sosyal ve kültürel konuların
görüşülüp karara bağlandığı meclislere “toy” ya da “kurultay” denilirdi. Toylarda
devlet meseleleri görüşülür; dinî tören, yarışma ve çeşitli eğlenceler
düzenlenirdi. Bütün toyların sonunda halkın da katıldığı şölenler (ziyafet)
milletin kaynaşması ve devletin temellerinin sağlamlaştırılması için önemli bir
fırsattı. XIII. yüzyıldan itibaren bu meclisler için “kurultay” adı ön plana çıkarken
“toy” kelimesi ise sadece şölenler için kullanıldı.

Türklerde her boyun kendine ait bir kurultayı (küçük kurultay) vardı. Burada
halkın da katılımıyla boy beyi seçilirdi. Devlet meseleleri ise gerektiği
zamanlarda boyun ileri gelenlerinin toplanmasıyla çözümlenirdi.
Büyük kurultaya kağan başkanlık ederdi. Onun olmadığı zamanlarda ise
aygucı (vezir) başkanlığında toplanılırdı. Kurultay üyelerine “toygun” adı
verilirdi. “Hatun” başta olmak üzere askerî ve idari yüksek görevliler, kurultayın
tabi üyeleri idi. Bunlar dışında halkın ileri gelenleri, devlete tabi beyler ve
yabancı zümrelerin temsilcileri de bu meclislere katılabilirdi. Kurultaya katılan
boy beyinin halk tarafından belirlenmesi, Türk devletlerinin yönetimde halkın da
etkili olduğunun bir göstergesidir.

Kurultay belirli zamanlarda toplanırdı. Ancak savaş, barış, göç, isyan, tabi
olma gibi bazı olağanüstü durumlarda da kurultay toplanabilirdi.
Önemli meselelerin görüşüldüğü ve katılım sayısının yüksek
olduğu kurultaylar belirli bir disiplin içinde geçerdi. Burada
“orun” ve “ülüş” törelerine göre kimin nereye oturacağı bir kurala
bağlanmıştı. Kurultaylarda kağanın sağ tarafında vezirler,
beyler ve komutanlar yer alır; sol tarafında ise memleketin ileri
gelenleri ve memurlar otururdu.

Devletten devlete farklılık göstermekle beraber kurultayın
aldığı kararlar genellikle bağlayıcı nitelikteydi. Kağan kurultayın
kararlarını dikkate almak zorundaydı. Alınan karara uymazsa
ortaya çıkan sonuçlardan sorumlu tutulurdu. Kurultay,
hükümdarın uygulamalarını kabul etmeyebilirdi. Örneğin Kök
Türk Devleti’nde Bilge Kağan’ın (716-734) şehirlerin surlarla
çevrilmesi ve Budizm’in kabul edilmesi istekleri kurultay
tarafından reddedilmiştir.

Kurultay, üyelerinin temsilî niteliğinin olması, kanun yapma,
hakan seçme, hakanı denetleme ve onun yetkilerini kısıtlama; gerekirse
azletme gücüne sahip olmaları demokratik bir nitelik taşıdıklarını
göstermektedir.

Büyük Hun Devleti’nde Mete’den itibaren senenin başında, ilkbahar ve
sonbaharda olmak üzere üç kere kurultay toplanırdı. Bu kurultaylarda devlet
adamları devlet meseleleri ile ilgili fikirlerini belirtmekle birlikte son kararı
Mete Han verirdi.

Hunlarda yılın başında yapılan ilk toplantı genellikle dinî mahiyetteydi.
İlkbaharda yapılan ikinci toplantı bağlılık kurultayı olarak nitelendirilir; bu
kurultaya tabi Hun boyları ve yabancı zümrelerin temsilcileri mutlaka
katılırdı. Bu toplantıda hükümdar seçimi yapılır ya da tasdik edilir, töreye yeni
hükümler getirilir ve bütün ülke meseleleri görüşülüp karara bağlanırdı.
Üçüncü kurultay ise sonbaharda yapılırdı. Savaş ve sayım kurultayı da
denilen bu toplantıda ordu teftiş edilir, halk ve atların sayımı yapılır, savaş
kararı görüşülürdü. Bu mevsimde atların yetişip güçlenmesi ve Çin’de
harman mevsiminin olması sebebi ile Hunlar bu bölgeye doğru savaş
hareketlerini başlatırdı.

Kök Türklerde kurultay; halkın da katılımıyla mayıs ayında yapılır, burada
devlet işleri görüşülür, iktisadi ve kültürel meselelere çözüm bulunurdu. Taht
değişikliği durumunda da yeni kağan bu kurultayda seçilirdi.
Uygurlarda da buna benzer kurultay bulunmaktaydı. Çin kaynaklarından
edinilen bilgilere göre onlarda halk ile kağan arasındaki mesafe oldukça
azalmıştı.  

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu