Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi

Türkiye’nin Türk Cumhuriyetleri, Kafkaslar, Balkanlar ve Orta Doğu Politikaları

1990 sonrası Sovyetler Birliği ve Yugoslavya’nın dağılması; Türkiye’nin Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Asya’ya yönelik siyasi ve iktisadi politikalarını etkilemiştir.

Balkan ve Kafkasya coğrafyasında kurulan yeni devletlerde yaşanan etnik ve dinî çatışmalar da Türk dış politikası üzerinde etkili olmuştur. Bu dönem Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Asya üzerinde yeni açılımların yaşandığı dönem olurken Orta Doğu’da yaşanan Körfez Savaşları Türkiye’yi önemli güvenlik riskleri ile karşı karşıya bırakmıştır.

Türkiye'nin Orta Doğu, Balkanlar, Kafkasya ve Türk Cumhuriyeti ile Konumunu Gösteren Harita
Türkiye’nin Orta Doğu, Balkanlar, Kafkasya ve Türk Cumhuriyeti ile Konumunu Gösteren Harita

 

Kısaca Konu Başlıkları

Türk Cumhuriyetleri

Türkiye, 1991 yılının sonunda Orta Asya’da bağımsızlıklarını kazanan Türk Cumhuriyetleri’ni tanıyarak onlarla sıkı diplomatik ilişkiler içerisine girdi. 1992’de Türk İş Birliği Kalkınma İdaresi Başkanlığı (TİKA) ve Dış Ekonomik İlişkiler Kurulunu (DEİK) kurdu. Hava yolu seferleri, uydu yayınları ve eğitim bursları vasıtasıyla bölge ülkeleriyle siyasi, ekonomik ve sosyal ilişkilerini geliştirmeye çalıştı. Böylece bölgede siyasi nüfuz elde etmek ve Türk Cumhuriyetleri için model olmak istedi.

Türkiye’nin iç siyasetinde kendini göstermeye başlayan “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Türk dünyası” ve “21. yüzyılın Türk yüzyılı olacağı”na dair söylemler Rusya ve İran’ı rahatsız etti. 1992’de gerçekleşen Türkçe Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları Zirvesi’nde Türkiye’nin bölge için düşündüğü politikalar planlandığı gibi yürütülemedi. Ayrıca Türkiye’nin Türk dünyasının faaliyetlerini ortak bir noktada toplayacak devletler üstü bir mekanizmanın oluşturulmasına yönelik önerisi, bağımsızlıklarını yeni kazanan bu devletler tarafından olumlu karşılanmadı.

Türkiye, 1995-2001 yılları arasında Orta Asya’da Rusya ve Çin’in kazanımlarını da dikkate alan politikalar ortaya koydu. Türkiye’nin Orta Asya üzerindeki en önemli kazanımı, Hazar havzasındaki enerji kaynaklarının dünya pazarlarına ulaştırılması konusunda olmuştur.

2000’li yıllarda Türkiye’nin Kafkasya ve Orta Asya ile ilişkilerinde olumlu gelişmeler yaşanmıştır. 2013 yılı verilerine göre Türkiye’nin bölge ülkeleriyle ticaret hacmi 9,3 milyar doları bulmuş, Türk şirketlerinin bölgedeki yatırımları 3,5 milyar doları aşmıştır. Bölgede 2 bine yakın Türk firması faaliyette bulunmaktadır. Ayrıca Orta Asya cumhuriyetlerinde demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları alanlarında atılacak adımlar Türkiye tarafından teşvik edilmektedir.

Türkiye, Orta Asya ülkelerindeki öğrenciler için Türkiye Bursları adı altında geniş bir burs programı yürütmektedir. Orta Asya cumhuriyetlerinde Millî Eğitim Bakanlığına bağlı Türk okulları mevcuttur. Kazakistan’da Türk-Kazak Uluslararası Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesi, Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’te de Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi bulunmaktadır. Orta Asya ülkeleriyle Türkiye ilişkileri kültür ve eğitim alanlarında da hızla gelişmiştir.

Kafkasya

SSCB’nin dağılması ile Kafkasya bölgesinde Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan’ın bağımsızlıklarını kazandığı dönemlerde Türk dış politikası iki önceliğe göre şekillendi. Bunlardan ilki bölge ülkelerinin bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü desteklemek, ikincisi ise Hazar havzası enerji kaynaklarının üretim ve taşınmasında rol almaktı.

Kardeşlik ilişkilerinin sonucu olarak Türkiye Cumhuriyeti 1991’de, 71 yıl sonra bağımsızlığını yeniden kazanan Azerbaycan Cumhuriyeti’ni 10 Kasım 1991 tarihinde tanıyan ilk ülke olmuştur. Türkiye, ilk andan itibaren ortaklık ilişkilerini geliştirmek, Azerbaycan’ın bağımsızlık ve egemenliğini pekiştirmek, Hazar Denizi’ndeki doğal kaynaklarından gelen ekonomik potansiyelini hayata geçirmek istemiştir. Türkiye, Azerbaycan’ın güçlenmesi ve uluslararası alanda hak ettiği saygın konuma gelmesi için her türlü desteği vermiş; Azerbaycan’ın önderi Haydar Aliyev bu dayanışmayı “Bir millet, iki devlet” sözüyle dile getirmiştir.

Türkiye, Azerbaycan’ın en önemli dış politika konusu olan Yukarı Karabağ sorununun başından beri yakın takipçisi olmuş, Azerbaycan’ın haklılığını uluslararası alanda ve ikili görüşmelerde gündeme getirmeye çalışmıştır. Ermenistan tarafından Azerbaycan topraklarının bir kısmının işgal edilmesine karşılık işgalci devletle olan sınırlarını resmî olarak kapatmış ve Ermenistan`ı uluslararası hukukun prensip ve normlarına göre davranmaya mecbur bırakmak istemiştir.

Ekonomik alanda her geçen yıl daha fazla gelişip güçlenen ikili ilişkiler, Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı ve Bakü-Tiflis-Erzurum Doğal Gaz Boru Hattı projeleriyle farklı bir boyut kazanmıştır. İki ülkenin karşılıklı yatırımları önemli rakamlara ulaşmıştır. Türkiye’nin Azerbaycan’daki yatırımları 6,5 milyar dolar, Azerbaycan’ın Türkiye’deki yatırımları 4 milyar dolar seviyesine ulaşmıştır. SOCAR (Azerbaycan Cumhuriyeti Devlet Petrol Şirketi), 25 Ekim 2011’de İzmir Aliağa Petkim’de 5 milyar dolarlık bir yatırım gerçekleştirmiştir. Türkiye, Azerbaycan’da petrol dışı sektörlere en fazla yatırım yapan ülke olmuştur.

Türkiye ve Azerbaycan; Hazar Denizi bölgesinden çıkarılan doğal gazın Azerbaycan, Gürcistan, Türkiye, Bulgaristan, Macaristan, Romanya ve Avusturya’dan Avrupa ülkelerine naklini öngören Nabucco projesini planlamış fakat hayata geçirememiştir. Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı Projesi, TANAP, projesinin amacı, Azerbaycan’ın Hazar Denizi’ndeki Şah Deniz 2 Gaz Sahası ve Hazar Denizi’nin güneyindeki diğer sahalarda üretilen doğal gazın öncelikle Türkiye’ye, ardından Avrupa’ya taşınmasıdır. Askerî alanda iş birliği, 16 Ağustos 2010’da imzalanan “Stratejik ortaklık ve karşılıklı yardımla ilgili” anlaşmadan sonra yeni bir aşamaya geçmiştir. Eğitim alanında yapılan iş birliğiyle çok sayıda Azerbaycanlı öğrenci, Türkiye Cumhuriyeti’nin çeşitli eğitim kurumlarında öğrenim görmektedir.

Türk-Gürcü ilişkileri bağımsızlık, toprak bütünlüğü ve iktisadi iş birliği konularında yoğunlaştı. 16 Aralık 1991’de Gürcistan’ın bağımsızlığını tanıyan Türkiye, komşusuna verdiği desteklerden dolayı Gürcistan kamuoyunda müttefik ülke konumuna yükseldi. İki ülke arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasını öngören protokol 21 Mayıs 1992’de Türk Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin ile Gürcü mevkidaşı Aleksandre Chikvaidze (Aleksandır Çikvadze) tarafından hazırlandı. Abhazya ve Güney Osetya sorunu ve ülkedeki istikrarsızlık ilişkilerin durgunlaşmasına yol açtı.

29 Ekim 1998’de Azerbaycan, Kazakistan, Türkiye, Özbekistan ve Gürcistan “Ankara Deklarasyonu”nu imzaladı. Deklarasyon, petrol ve doğal gaz kaynaklarının aranması, çıkarılması ve boru hatlarıyla güvenli bir biçimde dünya piyasalarına taşınmasını içeriyordu (Harita 5.5).

Türkiye ve Gürcistan cumhurbaşkanları “Kafkasya Zirvesi” çerçevesinde 29 Nisan 2002’de Trabzon’da bir araya geldi. Azerbaycan Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev’in de katıldığı zirvenin gündemini enerji ve ulaştırma projeleri ile terörle mücadele alanında iş birliği oluşturdu.

Türkiye, 2008’deki Rusya-Gürcistan Savaşı’nda müttefiki ABD askerî gemilerinin geçişinde 1936 tarihli Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni uyguladı. Türkiye, savaş döneminde ve sonrasında Gürcistan’ın toprak bütünlüğüne ve egemenliğine saygı duyulmasından yana bir tavır sergiledi.

Türkiye, Ermenistan’ın bağımsızlığını 16 Aralık 1991’de tanımış; ardından ciddi ekonomik problemler yaşayan bu ülkeye insani yardımda bulunmuş; Ermenistan’ın bölgesel kuruluşlar, uluslararası toplum ve Batılı kurumlarla bütünleşmesi yönünde çaba harcamıştır. Bu çerçevede Ermenistan, Türkiye tarafından Karadeniz Ekonomik İş Birliği Örgütü’ne (KEİ) kurucu üye olarak davet edilmiştir. Ermenistan’ın 1993’te Azerbaycan’ın Kelbecer bölgesini işgal etmesi üzerine ülkemizden Ermenistan’a doğrudan ticaret sona erdirilmiş, iki ülke arasındaki sınır kapatılarak kara, demir ve hava yolu bağlantıları kesilmiştir. 1915 olaylarının devamlı ön planda tutulması nedeniyle ikili ilişkilerin gelişmesi için uygun koşullar oluşmamıştır.

Balkanlar

Soğuk Savaş Dönemi’nin sona ermesi ve 1991’de Yugoslavya’nın dağılması ile “Balkanlaşma süreci” (bölünme, parçalara ayrılma) hız kazanmıştır.

Yugoslavya’nın dağılma sürecinde sorunların barışçı yollardan çözümünün taraftarı olan Türkiye, 1992’de bağımsızlığını ilan eden altı devleti tanımıştır. Aynı dönemde SSCB’nin dağılması bölgede Rus nüfuzunun kırılmasına ve bir güç boşluğuna sebep olmuştur. Türkiye bu dönemde bölge devletleriyle yakın ilişkiler içerisinde olmayı istemiştir. 11 Eylül saldırıları sonrasında uluslararası sistemin yapısı ile ilgili yeni gelişmeler çerçevesinde Türk dış politikası yeni bir şekil almış ve uluslararası konjonktür çerçevesinde değişiklik göstermiştir. 2000’li yıllarda Türkiye’nin Balkanlar’da barış ve istikrar sağlanmasına ve büyük güçlerin bölgeye nüfuzunun sınırlandırılmasına yönelik politikaları ön plana çıkmıştır. Komşularla sıfır sorun politikası, Türkiye’nin bölgesel bir güç olarak birden fazla bölgede etkin bir aktör olması fikrine dayanmıştır.

Türkiye,1991’de bağımsızlığını ilan eden Makedonya’yı tanıyan ilk devletlerden biri olmuş ve Makedonya ile olumlu ilişkiler geliştirmiştir. Makedonya’da Türksat uydusu yayına girmiş ve Türk televizyonları rahatlıkla takip edilebilmiştir. Makedonya Türkiye ilişkileri uyumlu bir şekilde devam etmektedir. 1990’lı yıllarda Türk-Yunan ilişkileri; Batı Trakya, Ege, Kıbrıs, AB, Patrikhane, Pontus ve PKK gibi sorunlar etrafında şekillendi. 1990’ların ilk yıllarında müftülük sorunu, Batı Trakya Türklerinin lideri Sadık Ahmet’in yargılanması ve seçim yasasında yapılan değişiklikle Türklerin milletvekili çıkarmasının engellenmesi gibi sorunlar yaşandı. 1990’lı yıllar boyunca Yunanistan, Batı Trakya politikası nedeniyle başta AB olmak üzere farklı platformlarda eleştirilere uğradı. Yunanistan, Türkiye’nin AB ile görüşmelerinin önemli bir bölümünde sürece etki etti. 1996 başında yaşanan Kardak sorunu da ikili ilişkileri olumsuz etkiledi. Yunanistan’ın Kardak Kayalıkları’na kendi bayrağını dikmesi üzerine Başbakan Tansu Çiller “O bayrak inecek, o asker gidecek.” diyerek Türkiye’nin kararlılığını ortaya koydu.

1997’de Lüksemburg’da yapılan AB Konseyi Zirvesi öncesinde ve sonrasında Türkiye’nin AB’ye üyeliği de büyük ölçüde Yunanistan ve Kıbrıs bağlamında ele alınmıştır. 1999’da PKK lideri Abdullah Öcalan Kenya’daki Yunanistan Büyükelçiliğine sığınmış ve orada ele geçirilmiştir. Bu durum iki ülke ilişkilerine olumsuz yansımıştır. İki ülke ilişkilerinin 1990’lı yılların sonlarında yumuşamasında 1999 Marmara ve Atina depremleri sonrasında yapılan karşılıklı insani yardımlar etkili olmuştur. Bu yumuşama çerçevesinde iki ülke; terörizme karşı iş birliği, örgütlü suçlarla mücadele, turizm, çevre, bilim ve teknoloji, ticaret ve kültürel alanlarda iş birliği konularında anlaşmalar yapmıştır.

2000’li yıllarda kıta sahanlığı ve Ege hava sahası sorun olma özelliğini korudu. İki ülke arasında it dalaşları (dogfights) olarak bilinen olaylar devam etti. Doğu Ege adalarının silahlandırılması tartışmaları yaşandı. Yunanistan’ın Kıbrıs konusunda BM kararlarının yanı sıra AB kriterlerini ve mevzuatını ön plana çıkarması, iki ülke arasında derin ayrılıklara neden oldu. Ayrıca Kıbrıs diğer bütün anlaşmazlıkların çözümünde ön koşul olmaya devam etti. Kıbrıs sorununun çözümü için ortaya konan Annan Planı, 2004’te referanduma taşındı. 24 Nisan 2004’te Kuzey ve Güney Kıbrıs’ta eş zamanlı olarak referandum yapıldı. Türk tarafı %64,9 evet oyu kullanırken, Rum tarafı %75,8 hayır oyu kullandı. Plana göre her iki taraftan biri hayır oyu kullanırsa plan geçersiz olacaktı. Bulgaristan’daki Türklerin haklarının iade edilmesi ile Türkiye ile Bulgaristan arasındaki askerî, ekonomik, kültürel ve siyasi iş birliği gelişti. 1990’lı yıllarda Türkiye Bulgaristan’ın NATO üyeliğine destek oldu.

Yüzde 70’i Müslüman olan Arnavutluk 90’lı yıllarda Türkiye’yi güvenilir bir müttefik olarak gördü. Türkiye, Arnavutluk’un Karadeniz Ekonomik İş Birliği Örgütüne alınmasında önemli bir rol oynadı. Arnavutluk diğer yandan İKÖ’ye de üye oldu. Türkiye ile Arnavutluk ilişkileri imzalanan askerî antlaşmalarla devam etti. 1998’de Arnavutluk’un Paşalimanı Askerî Üssü’nün modernleştirilmesini ve Deniz Harp Okulu inşasını içeren bir protokol imzalandı.

Türkiye, 1992’de Sırpların Bosna’ya saldırıları ile başlayan savaşta aktif bir politika takip etti. Üyesi bulunduğu uluslararası kuruluşlarda (BM, AGİT, Avrupa Konseyi, İKÖ) yoğun faaliyetlerde bulundu. 15 Nisan 1992’de AGİK ve İKÖ’de, 5 Mayıs’ta da BM’de Bosna’nın bağımsızlığının tanınmasını ve toprak bütünlüğünün korunmasını istedi. Türkiye, Saraybosna’da büyükelçilik açan ilk ülke oldu. NATO’nun Kosova harekâtında aktif rol oynadı ve barış gücüne katkı sağladı. 2008’de bağımsızlığını ilan eden Kosova’yı tanıyan ilk ülkelerden biri oldu.

1990’lı yıllarda Türkiye-Romanya ilişkileri olumlu seyretti.1991’de iki ülke arasında Dostluk ve İş Birliği Antlaşması imzalandı. Türkiye, Romanya’nın NATO’ya üyelik sürecine destek verdi. Bu adımlar, Soğuk Savaş sonrasında Türk-Romen dostluğunun gelişmesine katkıda bulundu. 2007’de AB’ye giren Romanya ile Türkiye arasındaki ilişkiler KEİ çerçevesinde gelişim göstermektedir. Türkiye’nin Balkanlara yönelik politikasında özellikle ekonomik gelişim düzeyi ile bölgenin kalkınmasına yönelik girişimler ön plana çıkmıştır.

Türkiye’nin girişimleri ile Türkiye, Hırvatistan, Bosna-Hersek ve Türkiye, Sırbistan, Bosna-Hersek arasında üçlü danışma mekanizmaları başlatılmıştır. Yine bu çerçevede Güneydoğu Avrupa İş Birliğinin kurucuları arasında yer alan Türkiye, bölgede ekonomik kalkınma ve siyasi istikrara yönelik oluşumların içinde yer almıştır. Türkiye, Balkanlara yönelik politikasında “üst düzeyli siyasi görüşmeler, herkes için güvenlik, azami ekonomik entegrasyon ve bölgede çok etnikli, çok kültürlü, çok dinli toplumsal yapıları” esas almıştır.

Orta Doğu

1990’lı yıllarda Türkiye’nin Orta Doğu politikalarında bölgede yaşanan etnik ve dinî çatışmaların ortaya çıkardığı güvenlik sorunu belirleyici olmuştur. Bu sorunların daha ziyade Suriye ve Irak gibi Arap ülkelerinden kaynaklanması, Türkiye’yi Arap dünyasından uzaklaştırarak İsrail’e yaklaştırmıştır. Türkiye, 2001’den sonra geleneksel bölge politikası olan Orta Doğu sorunlarından uzak durma yaklaşımıyla sorunlardan kurtulamayacağını anlamış; barışa yönelik çözüm önerileri üreten politikalar izlemeye başlamıştır.

Türkiye-Suriye ilişkileri; su kaynaklarının kullanımı ve paylaşımı, Suriye’nin teröre ev sahipliği yapması ve Hatay üzerindeki emelleri sebebiyle iyi olmamıştır. İki ülke arasında 1998’de imzalanan Adana Mutabakatı ile ilişkilerde güven ortamı tesis edilmeye başlanmıştır. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in, 2000 yılında vefat eden Hafız Esad’ın cenaze törenine katılması da iki ülke arasındaki ilişkilerin gelişmesine katkı sağlamıştır. Bu tarihten sonraki süreçte Türkiye ile Suriye arasındaki ziyaretler en üst düzeyde yaşanırken birçok alanda iş birliği politikası takip edilmiştir. İki ülke âdeta birbirini yeniden tanımış ve ilişkilerin seyri olumlu bir havada devam etmiştir.

İki ülke ABD’nin Irak’ı işgal ettiği 2003’ten sonra ortak sorun olan Kürt meselesi nedeniyle daha da yakınlaşmıştır. Suriye, PKK terör örgütünü kınamış ve ülkesindeki PKK’lı teröristleri de Türkiye’ye teslim etmiştir. Türkiye, İsrail-Suriye ilişkilerinde ara buluculuk yaparak Lübnan’daki Hariri suikastı sonucu sıkıştırılan Suriye’ye destek olmuştur. 2009’da ortak kara tatbikatı yapılmıştır. Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ın Türkiye’ye ziyaretinde (16 Eylül 2009) vizeleri kaldıran anlaşma imzalanmıştır. İki ülke arasında ortak bakanlar kurulu toplantısında “stratejik ortaklık” tan bahsedilmiştir.

2011 Arap Baharı sonrası Esad rejiminin sivil halka orantısız güç kullanması, Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkilerin bozulmasına yol açtı. Türkiye sorunun barışçıl yollardan ve halkın taleplerine daha duyarlı yaklaşarak çözülmesini istese de bu talepler Esad rejiminde karşılık bulmadı. Bunun üzerine Türkiye’nin Suriye politikasında değişim başladı. Türkiye, Suriyeli muhaliflerle görüşmelerde bulundu ve muhalifler Türkiye’de konferanslar düzenledi. Türkiye, Suriye’ye yaptırım uygulamaya başlayarak bazı Suriyeli iş adamlarının mal varlıklarını dondurdu. Suriye Merkez Bankasıyla ilişkileri kesti. Özgür Suriye Ordusunun (ÖSO) kurulmasında önemli rol oynadı. Türkiye’nin Suriye politikası, 2012 Haziran ayında Türk jetinin düşürülmesi ile daha da sertleşti. Türkiye, Esad’a karşı muhaliflere destek verirken Esad rejimi özellikle İran, Rusya ve Çin tarafından desteklendi.

Türkiye, 2011 sonrası takip ettiği açık kapı politikası ile Suriye’den gelen mültecilere kucak açtı ve mülteciler bir anda Türkiye’nin ana gündemini oluşturdu. Açık kapı politikası ile sınırdan giriş yapan her Suriyeliye geçici koruma statüsü veren Türkiye, mülteciler için 2014 itibarıyla 5 milyar dolar harcadı. 2011 yılı Mart ayından beri devam eden Suriye iç savaşı ve kitlesel göç hareketi, başta Türkiye olmak üzere tüm bölge ülkelerinin siyasi, ekonomik ve sosyal dinamiklerini etkiledi. 1990’lı yıllarda Türkiye-İran ilişkileri; PKK, rejim ihracı meselesi ve bölgesel üstünlük mücadelesi nedeni ile büyük oranda gergin bir seyir izlemiştir. 2002 yılı sonrası Türkiye’nin dış politikada sıfır sorun anlayışını temel alması, İran ile ilişkilere dinamizm katan önemli bir faktör olmuştur. Türkiye ve İran bu dönemde çok boyutlu ve kapsamlı iş birliği alanları oluşturmuştur.

İki ülkenin ekonomik gereksinimleri ve 2003 Irak Savaşı sonrası oluşan bölgesel gerginlikleri giderme arzusu, ilişkilere ivme kazandırmıştır. Türkiye’nin, 2011 sonrası NATO’nun Malatya’da füze kalkanı kurmasını talep etmesi ve Suriye sorununda farklı politika izlemesi nedeniyle İran ile ilişkiler gerilmiştir. 1990’lı yıllar boyunca Türkiye ile İsrail arasında pek çok üst düzey ziyaret gerçekleştirilmiş, siyasi, ekonomik ve askerî antlaşmalarla ortak hareket alanları genişletilmiştir. 1994’te dönemin Başbakanı Tansu Çiller, beraberindeki kalabalık heyetle yaptığı İsrail ziyareti sırasında ikili ilişkileri stratejik ortaklık olarak nitelendirmiştir. Bu dönemde güvenlik kaygıları iki ülkeyi birbirine yaklaştırmıştır. Özellikle Suriye ve Irak’ın dağılan Sovyetler Birliği’ne ait silahları satın alması ve Türkiye’nin, güney komşularının PKK terör örgütünü desteklediğine dair inancı, İsrail ile iş birliğinin gelişmesinde etkili olmuştur.

2000’li yıllarda iki ülke arasındaki ilişkiler seyir değiştirmiş, 90’lı yıllardaki stratejik ortaklık yerini siyasal çekişmelere bırakmıştır. 2001’de Ariel Şaron başbakanlığında İsrail’de kurulan yeni hükûmetin sert Filistin politikaları, Türkiye tarafından tepkiyle karşılanmıştır. İsrail’in 2004’te Batı Şeria’da inşa ettiği güvenlik duvarı ve 2006’daki Lübnan müdahalesiyle gerilmeye başlayan ilişkiler, 27 Aralık 2008’de Gazze Şeridi’nde başlatılan “Dökme Kurşun” operasyonuyla bir bunalıma doğru yol almıştır. 2010’daki askerî operasyonların iptali, Davos ve alçak koltuk krizleriyle daha da gerilmiş olan Türkiye-İsrail İlişkileri, 31 Mayıs gecesi gerçekleşen “Mavi Marmara” baskını sonucu kopma noktasına gelmiştir .

İki ülke arasındaki tüm askerî anlaşmalar askıya alınmış ve diplomatik ilişkiler 2. kâtiplik düzeyine indirilmiştir. Irak’ın Kuveyt’i işgali sonrası başlayan I. Körfez Savaşı’nda ABD ve müttefikleri, Türkiye tarafından desteklendi. Türkiye bir yandan Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattını kapatırken diğer yandan ülkedeki hava üslerinin ABD tarafından kullanılmasına izin verdi ve sınır bölgesine asker kaydırdı. Türkiye bu savaşta beklentilerine karşılık bulamadı, ekonomik ve siyasi olarak büyük kayıplara uğradı. Türkiye’nin, savaş sırasında ve sonrasında Irak’a uygulanan ekonomik ambargo nedeniyle gördüğü zarar 100 milyar dolara ulaştı.

ABD, 2003’te Irak’ın Özgürlüğü Operasyonu adını verdiği işgali başlattı. Saldırının gerekçesi olarak Irak’ın El Kaide’yle iş birliği yaptığını ve kitle imha silahlarına sahip olduğunu ileri sürdü. Savaş sonrası Saddam devrilirken ülke fiilen üçe bölündü. Irak büyük bir kaosa sürüklendi ve toplumsal yapı zarar gördü. Türkiye, 1 Mart tezkeresi ile ABD askerlerinin Türkiye üzerinden Irak’a saldırısına izin vermedi. Bu durum Orta Doğu’daki devletler tarafından takdirle karşılanırken Türk-Amerikan ilişkilerinde kırılmaya sebep oldu. Bundan sonra Türkiye-ABD ilişkileri Irak ve Kuzey Irak bağlantılı gelişmeler çerçevesinde ele alındı. Tezkerenin reddedilmiş olması, Irak’taki işgalin beklediği gibi gitmemesi, ABD’nin bölgedeki Kürtlere daha fazla yakınlaşmasına sebep oldu.

Türkiye’nin “kırmızı çizgiler” olarak kabul ettiği politikaların (Türkmenlerin korunması, Kerkük’ün Türk kimliğinin korunması, Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması, PKK terör örgütünün Kuzey Irak’ı bir üs olarak kullanmaması vb.) birçoğunda sorun yaşandı.

Türk-Amerikan ilişkilerindeki kırılma kendini ilk olarak Süleymaniye (çuval geçirme) olayı ile gösterdi. 4 Temmuz 2003’te Amerikan askerleri, Süleymaniye’de bulunan Türkiye Özel Kuvvetler İrtibat Bürosunu bastı. Buradaki Türk askerlerine teröristlere yapılan muameleyi uyguladı ve başlarına çuval geçirdi. Süleymaniye krizi olarak anılan bu olay, Türkiye’de ABD karşıtlığını artırdı. Ayrıca 2003’te Amerikan kuvvetleriyle beraber Kerkük’e giren Peşmergelerin tapu ve nüfus kayıtlarını talan etmesi, Kerkük’ü bölgenin en önemli sorunlarından biri hâline getirdi.

Türkiye’ye, 2000’li yıllarda Orta Doğu’da takip ettiği politikalar sonucunda Arap Birliği Örgütü ve Afrika Birliğinde gözlemci statüsü verilmiştir. Bunun yanında İslam Konferansı Örgütü başkanlığına Ekmeleddin İhsanoğlu’nun seçilmesi, bölgeye yönelik politikaların sonucu olmuştur.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu