Sanat Tarihi

Tarih Tiyatro İlişkisi

Tarihî tiyatronun amacı, bir şekilde geçmişi değerlendirmektir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus şudur: Tarihî tiyatro konusunu geçmişten alır ama bugünü de yok saymaz. Çünkü tarihî tahkiyenin amacı, aslında bugünü anlatmaktır. Anlatıcı, tarih aracılığıyla mensup olduğu toplumun çelişkilerini, değişmeyen veya değiştirilemeyen yönlerini, sorunlarını; çok az olsa da iyi ve güzel yönlerini anlatır.

Ziya Gökalp, “şuur devrinde şiir susar” diyor. Tarihe müracaat daha çok şuur devrinde olmuştur. Türk edebiyatının böyle dönemleri vardır. Bu dönemlerde hem tarihî roman, hem de tarihî tiyatro ilgi görmüştür. Metin And, Tarihî tiyatrolar en çok ulusal bilincin uyandığı ya da ulusal birliğin kurulmaya çalışıldığı dönemlerde yazıldığını söylerken (And 1973, 769), aslında tarihin bir anlamda toplumun geçiş dönemlerini kolaylaştırdığını ve bunalımlı dönemlerinden çıkışına yardım ettiğini belirtmek ister. En azından bu durum Türk tiyatrosu için bu şekilde olmuştur. Tarihî tiyatrolara II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet sonrası dönmede yönelişin olması bu yüzdendir. “Şuur devri”nde tarihî konulara yönelişin olduğunu söyledik ama Türk tiyatrosunda bu durumun tersi de söz konusudur. Baskı ve zorlamanın yazarları tarihten uzaklaştırdığı dönemlerde olmuştur. Servet-i Fünûn döneminde tarihî tiyatronun yazılmayışı bunun hazin bir örneğidir.

Biraz da tarihî malzemeyi işlemenin zorluğundan bahsedelim. Tarihî malzemeyi kullanan diğer edebî türlerde olduğu gibi, tarihî tiyatroda da karşılaşılan zorluk, tarih ile sanat arasındaki ince çizgidir. Bazı araştırmacıların, tiyatro sanatında görme duygusunun, işitme duygusundan daha önem kazandığını iddia ederek, tiyatronun bir söz sanatı değil, “temâşâ” sanatı olduğunu iddia etmelerinin ötesinde, tarihî malzemeyi işleyen edebî eserlerin “edebî mi? tarihî mi?” olduğu konusu tartışıla gelmektedir. Tarih, edebî eserlere malzeme veren verimli bir ırmaktır. Tarihî malzemeyi kurgulamak, konu icat edip kurgulamaktan daha kolaydır. Bu kolaylık, tarihî malzemeye olan dikkatleri daha da yoğunla tırmış, çoğu zaman macera, entrika, ihanet, kavga gibi unsurlar edebîliğin önüne geçmiştir. Böyle olunca da tarihle edebîlik iç içe geçmiş ve tarihî malzemenin kullanıldığı eserlere bu açıdan hep tereddütle bakılmıştır. Örneğin, Türk edebiyatı araştırmalarında yakın zamana kadar tarihi malzemeyi işleyen edebî türlere, bu tereddütlerden dolayı fazla ilgi gösterilmemiştir. Bu eserler kolay okunduğu için, kolay yazıldığı düşünülmüş; tarih bilgisinin sanat kaygısının önünde olduğu gibi bir endişe her zaman belirleyici olmuştur. Bu belirleyicilik, tarihî tiyatroların gelişmesini engellemiş, hep belli okuyucu kitlesinin (tarihî maceraları sanata tercih eden) ilgi duyduğu metinler olarak kalmıştır.

Kaldı ki tiyatro, diğer edebî metinlerden farklı olarak, yazarı ile seyircisi arasına oyuncu, sahneye koyucu, dramaturg, sahne tekniği sanatçıları gibi bir takım unsurları alır. Eserin başarısı aynı zamanda bu unsurların başarılı kullanılmasıyla orantılıdır. Bu yüzden özellikle tarihî tiyatro konusunda edebiyatımız fazla gelişme gösterememiş; özellikle Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde yazılan tiyatroların birçoğu oynanmak için değil, okunmak için kaleme alınmıştır.

Martin Esslin, oynanmamış bir dramatik metnin edebiyat olarak isimlendirilmesi gerektiğini ve bunların birer hikâye gibi okunabileceklerini belirterek, bu tür yazılı metinlerden tiyatroyu ayırmanın ölçüsünün, o metnin oynanması olduğu gibi bir düşünce ileri sürer (Esslin 1996, 22). Böyle bir düşünce elbette tiyatro türünün önündeki en büyük engellerden biridir. Bu endişenin sanatlar arasındaki sınırların kaldırılmasını kolaylaştıran bir sanat anlayışıyla giderilmesi mümkün görünmektedir. Bugün estetikçiler, sanat olanla, sanat olmayanın ayrıldığı ince çizgiyi tartışıyorlar. Değişen dünya, yeni sanat anlayışları getirirken, dogmatizmden uzak durmaya dikkat ediyor ve kesin tanımlamalardan kaçınıyor.

Tiyatro üzerine yapılan tartışmalardan biri de tiyatronun bilim olup-olmadığı meselesidir. Bu konu XX. asrın ikinci yarısından itibaren tartışılmaya başlanmıştır. Tiyatronun bir sanat faaliyeti olduğunu ve temel öğesini “dram”ın oluşturduğunu, bu bakımdan edebiyat sahası içerisinde değerlendirilmesi gerektiğini söyleyenlerin yanında, edebiyat bilimiyle tiyatro bilimi arasındaki esas farklılığın, bu iki bilimin terim gücünden kaynaklandığını; edebiyatın bilim gücünde logos (söz), tiyatronun bilim gücünde ise mimos (düşünceleri, duyguları yüz ve gövde hareketi ile verme) olduğunu, bu yüzden birbirinden ayrıldığını belirtenler de vardır (Özgü 1970, 2).

Tarih Tiyatro İlişkisi
Tarih Tiyatro İlişkisi

Tiyatro alanında bilimsel çalışmanın yapılabilmesi, her şeyden önce tiyatro tarihini ve o ilme ait bir yöntembilimi zorunlu kılar. Ancak, tiyatro tarihi, tiyatro bilimi için amaç değil, araçtır. Asıl olan tiyatro tarihi yazmak değil, daha önce dünya sahnesinde bir şekilde oynanmış ve insanların hafızalarında iz bırakmış oyunları yeniden kurmaktır. Bu iş için tiyatro sadece bir araçtır.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu