Türk Tarihi

Tanzimat ve Meşrutiyet Dönemlerinde Hukuk

II. Mahmut Dönemi’nde başlatılan yenilikler, Tanzimat Dönemi’nde de devam etmiştir. Tanzimat Fermanı ile Osmanlı tarihinde ilk kez bir padişah, kendi haklarını kanun ile sınırlandırmıştır.

Bu fermanda bütün vatandaşlara can, mal ve ırz güvenliğinin sağlanacağı, vergi ve askerlik işlerinde adaletli olunacağı belirtilmiştir. Ayrıca kanun ile tanımlanmayan suç ve cezanın olmayacağı ifade edilip yargılanmadan kimseye ceza verilemeyeceği hükmü getirilmiştir. Temel haklarla ilgili hükümlere de yer verilen bu ferman bir anayasa olmasa da anayasal hükümler taşımıştır.

Tanzimat Fermanı, daha önce uygulanan hukuk sistemini ortadan kaldırmamış, bu dönemde Batı hukukunun etkisiyle hukuk alanında çeşitli değişiklikler yapılmıştır. Tanzimat Dönemi’nde padişaha mutlak bir hak olarak tanınan örfî ceza verme yetkisinden vazgeçilmiş, cezaların şeriata ve kanuna uygun olup olmadığı konusu mahkemelere bırakılmıştır.

Tanzimat Fermanı’nda kanunların Müslümanlarla gayrimüslimlere eşit şekilde uygulanacağı belirtilmiştir. Bu fermanda ulema ve devlet adamlarının kanunlara uygun olarak hareket edeceği ve padişahın kanun ve nizamlara aykırı davranamayacağı belirtilmiştir.

Tanzimat Dönemi’nde ilk kanunlaşma hareketi, 1840 yılında çıkarılan ceza kanunu’yla olmuştur. Bu dönemde Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye’nin üyeleri artırılarak, bu kurum devletin yasama ve yargı organı şekline dönüştürülmüştür. Adlî konularda hüküm veren bu meclis, ağır cezalara bakmış, üst düzey memurların yargılanmasını ve devlete karşı işlenen suçların cezalandırılmasını sağlamıştır. Bu meclisin nizamnâmeleri ve talimatları düzenlemek gibi bazı yetkileri, 1854’te Meclis-i Âli-i Tanzimat’a bırakılmıştır.

Bu iki meclis 1861 yılında birleştirilmiş ve adına Meclis-i Ahkâmı Adliye denilmiştir. 1868 yılında bu kurullar yeniden değiştirilerek bunların yerine; Divan-ı Ahkam-ı Adliye ve Şûra-yı Devlet isminde iki ayrı üst kurul oluşturulmuştur. Şûra-yı Devlet, Danıştay’ın; Divan-ı Ahkam-ı Adliye ise Yargıtay’ın temelini oluşturmuştur. Şûra-yı Devlet, yasama görevini Kanun-i Esasi’nin (1876) ilan edilmesiyle Meclis-i Umumiye’ye bırakmıştır. Meclis-i Umumiye ise; Meclis-i Mebusan ve Meclis-i Ayan’dan oluşmuştur. Tanzimat’ın son döneminde başlayan Mecelle (Medeni Kanun) çalışmaları, Meşrutiyet Dönemi’nde yürürlüğe girmiştir.

1878’de yayınlanan Hukuk Mekteb-i Nizamnâmesi’nden sonra 1880’de Mekteb-i Hukuk açıldı. Aynı tarihte Usul-i Muhakemât-ı Cezâiyye (Ceza Kanunu) ve 1881’de Usul-i Muhakemât-ı Hukukiyye (Usûl mahkemeleri) Kanunu yürürlüğe girdi. Ayrıca müddeiumumilik (savcılık) müessesi kuruldu.

Tanzimat ve Meşrutiyet Dönemlerinde Vatandaşlık Hakları

Tanzimat Fermanı’nda da yer alan; “Bütün tebaanın can, mal ve namus emniyetinin sağlanması.” ile ilgili konular Islahat Fermanı’nda aynen kabul edilmiştir. Devlet memurluklarına atama işlerinin padişahın iznine bağlı olması, ancak memur alımı sırasında din ve mezhep ayrımı gözetilmemesi ve liyakata dikkat edilmesi gibi konular da Islahat Fermanı’nda karara bağlanmıştır. Islahat Fermanı’na göre ticaret ve ceza davaları karma mahkemelerde yapılacak, mahkemeler herkese açık olacaktı. Şahitler ifadelerini kendi dilleriyle verecek ve kendi dinlerine göre yemin edebileceklerdi. Tanzimat Fermanı’nda askerlik vatanî bir görev hâline getirilirken, Islahat Fermanı’nda gayrimüslimler için askerlikte bedel ödeme usulü getirilmiştir.

Her iki fermanda da Osmanlı Devleti’nde yaşayan bütün unsurlara, din ve mezhep ayrımı gözetmeksizin eşit haklar verilerek Osmanlı toplumu oluşturulmaya çalışılmıştır.

Tanzimat Fermanı (1839)

●● Müslüman ve gayrimüslim bütün yurttaşların can, mal ve ırz güvenliği sağlanacak.
●● Bütün Osmanlı vatandaşları kanun önünde eşit sayılacak.
●● Herkes kazancına göre vergi ödeyecek.
●● Mahkemeler herkese açık ve bağımsız olacak.

Ali Akyıldız, Tanzimat Fermanı, İslam Ansiklopedisi, C. 40, s. 2

Islahat Fermanı (1856)

●● Osmanlı Devleti’nin tebaasının tamamının can ve mal emniyeti sağlanacak.
●● Gayrimüslimlerin dini işlerine hiçbir şekilde karışılmayacak.
●● Din ve milliyet farkına bakılmaksızın herkes devlet memuru olabilecek.
●● Tüm Osmanlı tebaası, din ve mezhebine bakılmaksızın aynı vergiyi ödeyecek.
Ufuk Gülsoy, Islahat Fermanı, İslam Ansiklopedisi, C. 19, s. 187

Batılı devletler, azınlık haklarını bahane ederek baskı yoluyla kendi hukuk sistemlerini benimsetmek istemişlerdir. Gerek bu durum ve gerekse XIX. yüzyılda Batı’yla gelişen ticaret nedeniyle yargı organlarına gelen dava türlerindeki değişiklikler, Batı’da uygulanan kanunların Osmanlı’da da uygulanmasına sebep olmuştur.

Tanzimat Dönemi’ne kadar uyuşmazlıkların çözümü şerî mahkemeler tarafından yapılırken, Tanzimat Dönemi’nde Batı hukuku anlayışı da kabul edildiği için yeni mahkemeler de kurulmuştur. Klasik Osmanlı Dönemi mahkemelerinde tek hâkim kadı idi. Tanzimat Dönemi mahkemelerinde ise, gayrimüslim hâkimlerin de yer aldığı çok hâkimden oluşan ticaret mahkemeleri ve nizamiye mahkemeleri kurulmuştur. Bu mahkemeler ve çıkarılan yeni kanunların yanında, eski şerî mahkemeler ve kanunların da varlığını sürdürmesi, hukuk alanında ikili bir anlayışın ortaya çıkmasına ve çeşitli kargaşaların yaşanmasına sebep olmuştur.

Tanzimat Dönemi’nde yeni kurulan mahkemeler daha çok gayrimüslimlerin işine yaramıştır. Ticari davalarda avukatları ve tercümanları aracılığıyla kendilerini iyi savunan gayrimüslimler, hak arama konusunda Müslüman tüccarlardan daha başarılı olmuşlardır.

Osmanlı Devleti’nde anayasal düzene 23 Aralık 1876 tarihinde ilân edilen Kanun-i Esasi ile geçilmiştir. Mithat Paşa’nın başkanlığındaki komisyon tarafından hazırlanan bu anayasa, II. Abdülhamit tarafından kabul edilerek yürürlüğe girmiş, böylece Osmanlı Devleti meşruti monarşi ile yönetilmeye başlamıştır.

Osmanlı Devleti’nin ilk anayasası olan Kanun-i Esasi’nin ilân edilmesi üzerine, yasama yetkisi Şûra-yı Devlet gibi kurullardan alınarak Meclis-i Umumî’ye verilmiştir. Kanun-i Esasi’ye göre Osmanlı Devleti’nde yaşayan bütün unsurlar din ve mezhep farkı gözetilmeksizin Osmanlı vatandaşı olarak kabul edilmiş ve Osmanlı tebaasının hakları anayasal güvence altına alınmıştır. Bu Anayasa; ırk, dil ve din anlayışına göre değil, hukuki vatandaşlık anlayışına göre hazırlanmıştır.

Şahsi hürriyetler, din, vicdan ve eğitim hürriyetleri gibi haklar eşitlik esasına göre düzenlenmiş; “Bütün Osmanlı vatandaşları kanun önünde haklar ve ödevler bakımından eşittir.” ilkesi benimsenmiştir. Mahkemelerin herkese açıklığı ilkesi kabul edilmiş, kişi dokunulmazlığı da getirilerek temel hak ve hürriyetler yasal güvence altına alınmıştır.

Meşrutiyet Dönemi’nde hukuk alanında güvenilir bir sistem kurulması için çalışılmış, adliye çalışanlarının özlük hakları ve çalışma koşulları yeniden düzenlenerek mahkeme teşkilatlarına ilişkin yasalar çıkarılmıştır. Adliye nezaretinin görevleri ve teşkilatlanması ile ilgili çeşitli nizamnameler düzenlenmiştir.

Osmanlı nizamiye mahkemelerinde müdde-i umumilikler (savcılıklar) ve adli müfettişlikler oluşturulmuş, ayrıca mahkemelerde icra memuriyetleri gibi yapısal değişiklikler yapılmıştır. Meşrutiyet Dönemi’nde idare ile mahkeme kuvvetlerinin birbirinden ayrılması için düzenlemelere gidilmiştir.

Osmanlı Devleti, Tanzimat Dönemi’ne kadar Medenî Kanun ile ilgili meseleleri fıkıh ve fetva kitaplarına başvurarak çözmüştür.

Osmanlı Devleti’nde Tanzimat Dönemi’nin sonlarına doğru, dış baskıları ortadan kaldırmak ve toplumun ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla bir Medenî Kanun hazırlanmış, bunun için de çeşitli çalışmalar yapılmıştır. XIX. yüzyılda İslam dünyasında hazırlanan ilk medenî kanun olan Mecelle, Ahmet Cevdet Paşa ve dönemin önde gelen hukukçularından oluşan bir heyet tarafından hazırlanmıştır.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu