Osmanlı Devleti Tarihi

Tanzimat Sonrası Osmanlı Toplumu

Osmanlı Devleti, Tanzimat Dönemi’nde yaşadığı siyasi ve ekonomik sorunları Batı’ya ve Batı’nın değerlerine yaklaşarak çözebileceğini düşünüyordu. Bu durum yukarıdaki metinde de görüldüğü gibi Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Şıpsevdi adlı eserine konu olmuştur. Bu dönemde halkın bir kısmı, Batı hayranı aydınların ve bazı devlet adamlarının yönlendirmeleri sonucunda geleneksel yaşam tarzı yerine modern Batı tarzı yaşama geçmek için çaba sarf etmişlerdir.

İstanbul gibi büyük şehirlerde insanlar geleneksel çizgilerinden uzaklaşıp mağaza, kafeterya, pastane, restoran, otel ve apartman hayatıyla tanışmaya başlamıştır (Görsel 2.28). Yaşanan bu tüketim zevki ve sefasıyla bambaşka bir insan ve toplum modeli ortaya çıkmıştır. Bu yeni hayat tarzında ahşap konaklar, Avrupa mobilyası ve alafranga sofra insanların hayatında yer almaya başlamıştır. Bu dönemde kadınlar eğitim görmeye ve sosyal hayatın içinde yer almaya başlamış, yabancı gazete, dergi, roman ve makale okumak moda olmuştur.

Tanzimat Dönemi’nde toplumda Doğu ve Batı medeniyetleri arasında gelgitler yaşanmıştır. Tedavi konusunda bir yandan eczane ve hekim tercih edilirken diğer yandan eski usul tedavilere başvurulmuştur. Mahkeme ve okulların da çeşitlenmesiyle birlikte toplumdaki bu ikilem daha da belirginleşmiştir.

Osmanlı toplumu dil, din, mezhep ve ırk bakımından oldukça farklı milletlerden oluşuyordu. Böylesine farklı topluluklardan oluşan Osmanlı’da, Tanzimat Dönemi fikirlerinin etkisi arttıkça toplum Batı medeniyeti ile Doğu medeniyeti arasında kalmıştır.

Tanzimat Dönemi’nde yabancı dil bilen ve dış dünyadaki gerçekleri izleyen kabiliyetli devlet adamları olduğu gibi yeni devrin kültürel yapısını kavrayıp uyum sağlayamayanlar da vardı. Yabancı dili yanlış yazıp konuşan, ellerinde Fransızca gazetelerle dolaşan ve hak etmedikleri görevlerde komik duruma düşen insanlar, Ahmet Mithat Efendi’nin Felâtun Bey ve Râkım Efendi romanına konu olmuştur. Bu romanın iki önemli kahramanı vardır ve roman adını bu kahramanlardan alır. Rakım Efendi; yetenekli, çalışkan, okuyan ve yabancı dil bilen efendi bir insandır. Felatun Bey ise tembel, gösteriş budalası ve yeni hayatı yüzeysel olarak algılayıp taklit eden birisidir.

Recaizade Mahmut Ekrem’in Araba Sevdası isimli romanı, 1870’li yıllarda geçen bir olayı anlatır. Romanın kahramanı Bihruz Bey, alafrangalılığa özenen, şık giyinen, süsüne düşkün, şımarık ve sorumsuz bir mirasyedidir. Hiçbir işi olmayan ve babasından kalan mirasla akşama kadar lüks içerisinde yaşayan ve alafranga kıyafetler almak için yabancı esnafları dolaşan bir delikanlıdır. Kır kahvelerinde ve Çamlıca’daki mesire yerlerinde arabasıyla caka satmakta ve bozuk Fransızcasıyla kendini göstermeye çalışmaktadır. Bu romanda Tanzimat’la birlikte günlük yaşamdaki değişiklikler, özenti ve Batı taklitçiliğinin zararları ile Batılılaşmanın nasıl yanlış anlaşıldığı çok güzel bir şekilde ifade edilmiştir.

Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Şıpsevdi romanındaki Meftun Bey, Osmanlı toplumunda Tanzimat’la başlayan Batılılaşma sürecinin açık örneğidir. Kendi kültürüne ait bütün ahlaki değerlere sırt çeviren Meftun Bey, mutluluğu para, alafranga yaşam ve eğlencede bulmuştur. Şıpsevdi, Doğu-Batı (alaturka-alafranga) çatışmasını konu edinmiş bir romandır.

Bu dönem Osmanlı toplumunda sarığın yerine fes, kaftanın yerine de setre pantolon tercih edilmiştir. Bunların yanına abartılı Batı tarzında ceket, gömlek, mintan ve pardösü de eklenmiştir. Kıyafetteki değişim önce sarayda başlamış, sonra maddi durumu yerinde olan aileleri ve en sonunda da halkı etkilemiştir.

Osmanlı toplumunun bir kısmı Avrupa mutfağından etkilenmiş, Tanzimat’tan sonra yer sofrasını terk ederek masada yemek yemeye, kaşığın yanında çatal ve bıçak kullanmaya başlamıştır. Daha önce kullanılan kap kacak yerine porselen sofra takımları tercih edilmiş, pilav, pelte, çorba, börek ve tatlı gibi temel yemeklerin sıradan tabakları olan kâse ve sahanın yanında balık, salata ve patates gibi yemekler için ayrı alafranga (Avrupai) tabaklar alınmaya başlamıştır. Tanzimat Dönemi’nden sonra Osmanlı mutfağına; soslar, et suları, rozbif, biftek, bazı et yemekleri, bisküviler, tartlar, pastalar, garnitürler ve konserveler eklenmiştir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu