Türk Tarihi

Tanzimat Öncesi Osmanlı Devleti’ndeki Eğitim ve Bilim

“Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u dönemin ilim merkezi hâline getirmek için devrin ünlü bilginlerini sarayına davet etmişti. Fatih’in İstanbul’a davet ettiği bilim adamları arasında ünlü astronom ve matematikçi Ali Kuşçu da vardı. Ali Kuşçu’nun Semerkant’tan yola çıktığını duyan Fatih, onu Akkoyunlu-Osmanlı sınırında karşılamak üzere bazı adamlarını gönderdi. Ali Kuşçu’nun rahat etmesini sağlamak amacıyla da onun konaklayacağı her yer için 1000 akçe harcırah ayrılmasını ferman buyurdu.” Ahmet Kankal, Ali Kuşçu, s. 110 (Düzenlenmiştir.)

Yukarıdaki metinden de anlaşılacağı gibi Osmanlı devlet yöneticileri eğitime büyük önem vermiş, eğitimin gelişmesi için başka bölgelerden bilim insanlarını ülkesine davet ederek onlara hürmet göstermiştir.

Osmanlı Devleti’nde eğitime terbiye, öğretime de genel olarak tâlim (bilgi kazandırma) denilirdi. Osmanlı eğitim sisteminin hedeflediği insan modeli; bilgili, becerikli, cesur, dayanışmacı, toplum düzenini bozmayan ve değerlerine bağlı bir insan tipiydi.

Osmanlı Devleti’nde eğitim, Tanzimat Dönemi’ne kadar her düzeyde ücretsizdi. Eğitimin ilk basamağı olan sıbyan mekteplerinde kadın erkek herkes okuma yazma ve günlük hayatta kullanacağı basit hesaplar ile temel dinî bilgileri öğrenirdi.

Medreseler, Klasik Dönem Osmanlı eğitim sisteminde orta ve yüksek derece eğitim veren örgün eğitim kurumlarıydı. Sivil bir eğitim kurumu olan medreseler, daha çok ilmiye sınıfı mensuplarını yetiştirirdi. Enderun bir saray okulu olduğu için devletin yüksek dereceli memurları ile seyfiye sınıfı denilen askerî bürokratlar burada yetişirdi. Osmanlı Devleti’nde eğitim sistemi örgün ve yaygın eğitim olmak üzere iki kısma ayrılırdı (Şema 5.1). Örgün eğitim, belli bir mekânda planlı ve programlı yapılan eğitimdi. Yaygın eğitim ise örgün eğitim dışında kalan bütün eğitim faaliyetleriydi.

Örgün Eğitim Kurumları

Sıbyan mektepleri

Sıbyan mektepleri, genellikle mahallelerde ve cami etrafında kurulduğu için bu okullar mahalle mektebi olarak da anılmıştır. Bu ilk seviyedeki eğitim öğretim kurumları, 5-6 yaşlarındaki çocuklara okuyup yazmayı, Kur’an-ı Kerim ve ilmihal bilgisi ile dört işlemden ibaret olan basit hesap bilgilerini vermeyi amaçlamıştır. Disiplini temel ilke olarak kabul eden bu okullarda eğitim, medreselerde yetişen hocalar tarafından verilirdi. Sıbyan mektepleri; Taş mektep, mahalle mektebi, mekteb, mektephane, muallimhane gibi isimlerle de anılmıştır. Medreseler

Medreseler, orta ve yüksek seviyelerdeki eğitim öğretim kurumlarıydı. Ülkenin ihtiyacı olan kültürü veren ve ihtiyaç duyulan elamanları yetiştiren bu okulların üst kademelerinde, bilim dallarına göre ihtisaslaşma (uzmanlaşma) söz konusuydu. İhtisas medreseleri arasında Darü’l-Hadis ve Darü’l-Tıp gibi alanlar vardı. Medreseler, bireyler tarafından kurulmuşsa da ayakta kalmaları için vakıflar onlara destek olmuştur. Medreselerin hocalarına müderris, müderris yardımcılarına muid, öğrencilerine ise danişmend (talebe, suhte) denilirdi. Osmanlı Devleti’nin ilk medresesi, Orhan Bey tarafından İznik’te kurulmuş ve ilk müderris olarak da Dâvûd-i Kayserî atanmıştır. Fatih Dönemi’nde Ali Kuşçu gibi ünlü müderrisler görev yapmış ve bu hocalar Osmanlı’nın başlıca medrese hocaları arasında yer almıştır.

Osmanlı medrese sistemi, ilk dönemlerde Türkiye Selçukluları ve Anadolu beyliklerinde görülen medrese sisteminin devamı niteliğinde ortaya çıkmıştır. Fatih’in açtırdığı Sahn-ı Seman Medresesi ile Osmanlı’da yüksek öğretim önemli bir noktaya gelmiştir. Bu medresede aklî ve naklî ilimlerin öğretilmesi amaçlanmıştır. Fatih zamanında açılan Sahn-ı Seman medreselerinde tefsir, hadis, fıkıh, kelam, aritmetik ve geometri konularında eğitim verilmiş, öğrencilerin bir kısmı da Dârüşşifa’da bulunan hekimlerden usta-çırak yöntemiyle tıp bilimlerini öğrenmiştir. Sahn-ı Seman medreselerinde Molla Hüsrev gibi dönemin ünlü bilim insanları da görev yapmıştır.

Sahn-ı Seman medreseleri; müderris, bürokrat ve devlet adamı yetiştirerek toplumun aydınlatılmasında önemli görevler üstlenmişlerdir.

Kanuni Sultan Süleyman Dönemi’nde Süleymaniye Medresesi hizmete girmiş, bu medresenin hizmete girmesiyle birlikte, medreselerde yeni düzenlemeler yapılmıştır. Yeni açılan medreseler Tıp, Dârüşşifa ve Dârül-hadis’ten oluşmuştur.

Fatih ve Kanuni dönemlerinde açılan medreseler, dönemin önemli eğitim kurumları arasında yer almış ve daha sonraki dönemlerde açılan medreselere örnek olmuştur. Osmanlı medreseleri XVI. yüzyıla kadar önemli gelişmeler göstermiş, bu yüzyıldan sonra da bozulmaya başlamıştır. Medreseler Cumhuriyet’in ilanından sonra 3 Mart 1924 tarihinde yürürlüğe giren Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile kaldırılmıştır.

Saray Eğitimi

Saray, Osmanlı Devleti’nde padişah ve ailesinin ikamet ettiği ve devlet işlerinin yürütüldüğü yerdi. Sarayda bulunan eğitim kurumları; Enderun, Harem ve Şehzadegân’dan oluşmaktaydı. Enderun, mülkî ve askerî alanda yüksek dereceli devlet memuru yetiştirilmesi amacıyla açılmış olan yüksek eğitim kurumuydu. İlk zamanlar bu okula, devşirilen gayrimüslim çocuklar alınırken, zamanla Türk çocukları da alınmaya başlamıştır. II. Murat Dönemi’nde kurulan ve Fatih Dönemi’nde teşkilatlandırılan bu okullarda eğitim öğretim XIX. yüzyıla kadar devam etmiştir.

Askerî ve sivil yöneticiler bu okullarda yetiştirilmiş, yetenekli olanlar iyi bir eğitimden geçirilerek devlete kazandırılmıştır. Bu okulların amacı, nitelikli ve güvenilir devlet adamları yetiştirmekti. Enderun mektebinde medreselerden farklı olarak, asker ve yöneticilerin bilmesi gereken dersler yer alırdı. Harita yapımı, muharebe sanatı ve siyaset bu dersler arasında yer alırdı. Enderun öğrencileri, bedensel gelişimlerini sağlamak amacıyla ata binme ve cirit atma gibi çeşitli spor dallarıyla da uğraşırlardı.

Eğitim süresi 5 ilâ 7 yıl arasında değişen Enderun’da sadrazam, vezir ve kumandan seviyesinde yöneticiler yetiştiği gibi; hattat, musikişinas ve minyatür ustası gibi sanatkârlar da yetişmiştir. XIX. yüzyıldan itibaren ise Batı tarzında açılan okullarda yetişen öğrenciler devlet yönetiminde görev almaya başlamıştır.

Harem, Osmanlı Devleti’nde padişah ve ailesinin yaşadığı yere denilirdi. Burası aynı zamanda bir eğitim kurumuydu. Saraydaki kadınlar eğitimlerini burada alırdı. Padişah kızları evleninceye kadar haremde yaşadığı için onlara en tanınmış hocalar tarafından burada ders verilirdi. Haremde; başta Kur’an-ı Kerim olmak üzere, dinî bilgiler, imlâ, hat, tezhip ve musiki dersleri verilirdi.

Osmanlı’da harem, bir kültür okulu ve nezaket yuvası olarak değerlendirilirdi. Eski saraylılar acemilere; “Sarayda terbiye öğrenemeyen hiçbir yerde öğrenemez. Harem terbiye mektebidir.” derdi. Haremdeki acemi, kalfa ve usta ilişkisi, bir meslek örgütünden daha katı ve disiplinliydi.

Şehzadegân Mektebi saray içerisindeki şehzadelerin okuduğu bir okuldu. Eğitim öğretim programı sıbyan mektepleri gibiydi. Şehzadeler beş veya altı yaşlarına geldikleri zaman şeyhülislam tarafından törenle derslere başlatılır ve muallim-i sultani denilen hocasına teslim edilirdi. Şehzadeler bu hocalarından Kur’an-ı Kerim okumayı öğrenir ve bu hocaları ile şehzadegân mektebine giderlerdi.

Şehzadeler on ilâ on beş yaşları arasında, lalalarıyla birlikte sancağa çıkarılırdı. Sancakta da seçkin hocalarla öğrenimlerini sürdürür, burada bazı el sanatlarını da öğrenirlerdi. Şehzadeler XVI. yüzyıldan sonra sancağa çıkarılmamış, sarayda kafes denilen dairelerde yetiştirilmiştir.

Askerî Eğitim

Osmanlı Devleti’nde düzenli ordu ilk defa Orhan Bey zamanında oluşturulmuştur. Yaya ve müsellem adı verilen ve Türklerden oluşan bu ordu mensupları, sadece savaş zamanı ücret alır, barış döneminde ise kendi işleri ile meşgul olurlardı. Devletin sınırları genişleyince bu ordu yetersiz kalmış ve yeni bir orduya ihtiyaç duyulmuştur.

I. Murat Dönemi’nde devletin asker ihtiyacını karşılamak için önce Pencik Sistemi denilen savaş esirlerinden faydalanma yoluna gidilmiş, bunun sakıncaları görüldükten sonra devşirme usulüne geçilmiştir. Devşirme sisteminde Hristiyan çocuklar Türk ailelerinin yanına verilir, bu çocuklar burada Türk kültürünü öğrenirlerdi. Sonra Acemi Oğlanlar Ocağı’na alınarak belli bir eğitime tabii tutulur, yeteneklerine göre Kapıkulu Ocakları’na alınarak askerî sınıfa geçerler ya da Enderun Mektebi’nde eğitim alarak yüksek dereceli devlet memuru olurlardı.

Osmanlı Devleti’nde askerî eğitim ve öğretim için Acemi Oğlanlar Ocağı, mehterhane ve cambazhane isminde kurumlar vardı. Bunlarla birlikte çeşitli askerî sanat okulları da mevcuttu. Bu sanat okulları arasında; tophane, humbarahane, tüfekhane ve kılıçhane gibi kurumlar vardı. Değişik görevlerde bulunan acemilerin Yeniçeri Ocağı’na kayıt ve kabüllerine çıkma (bedergâh) adı verilirdi. Yeniçeri Ocağı’na kabul işlemi genelde 8 yıllık bir eğitim sonrası olurdu. Tımar sahipleri elde ettikleri gelir karşılığında cebelü denen askerlerin eğitimi ile ilgilenir ve savaş zamanı onlarla birlikte orduya katılırdı. Savaş gemilerinin yapıldığı tersanelerde uygulamalı olarak eğitim gören ve levent olarak adlandırılan askerler de Osmanlı donanmasında görev alırdı.

Yaygın Eğitim Kurumları

Camiler

Osmanlı Dönemi’nde camiler din, ilim ve sanatı bünyesinde toplayan birer kültür merkezi konumundaydı. İslam dininin ibadet yeri olan camiler, aynı zamanda birer halk eğitim merkezi gibiydi. Buralarda halka dinî ve ahlaki eğitim verilir, bu eğitime isteyen herkes katılabilirdi.

Tekke ve Zaviyeler

Tekkeler, tarikat mensuplarına dil, din, sanat, musiki, ahlak ve spor gibi alanlarda eğitim veren yerlerdi. Buralarda halk, tasavvuf musikisi ve halk edebiyatı gibi alanlarda kendilerini geliştirirdi. Tekkelerin küçüklerine ise zaviye denilirdi.

Lonca Teşkilatı

Loncalar birer esnaf kuruluşudur. Meslek mensuplarının eğitiminde bir okul görevi görmüşlerdir. Burada usta, kalfa ve çırak ilişkisi içerisinde eğitim verilmiştir.

Kütüphaneler

Kütüphaneler sayesinde aradığı bilgilere birinci kaynaktan ulaşan insanlar bilgi ve birikim sahibi olur, kendilerini geliştirerek aydınlanırdı. Bu nedenle kütüphaneler halkın eğitimi açısından önemli bir yere sahipti.

Sahaflar

Sahaflar, ikinci el kitapların alınıp satıldığı yerlerdi. Buralarda son derece değerli eski kitaplar da bulunurdu. Halk arzu ettiği zaman sahaflarda oturarak istediği kitabı okuma fırsatı bulur, orada ilmî sohbetler de yapardı.

Kıraathaneler

Kıraat, okuma anlamına gelen bir kelimedir. Kıraathane ise okuma evi anlamına gelmektedir. Bu mekânlar, insanların arkadaşlarıyla buluşup sohbet ettikleri yerlerdi. Buralarda kütüphane bölümü de bulunurdu. Kıraathaneye gelen halk şairleri ve meddahlar, oradaki insanlarla sohbet ederek halkın kültür açısından gelişmesine katkı sağlardı.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu