Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi

Sömürgeciliğin Afrika’daki Siyasi ve Ekonomik Etkileri

Afrika’da yaşanan sorunların temelinde sömürgecilik vardır. Bölge halkını dikkate almadan Avrupa’daki diplomatik zeminlerde yapılan pazarlıklar sonucu masa başında düz hatlar şeklinde sınırlar çizilmiştir. Farklı dillere, dinlere, kültürlere sahip etnik gruplar; birlikten yoksun bir şekilde geniş alanlarda toplatılarak çatışmaların zemini hazırlanmıştır.

II. Dünya Savaşı sonrası Afrika’da yeni kurulan devletler bir taraftan önceki sömürge yapısını, idare kadrolarını, adli kurumlarını muhafaza ederken bir taraftan da parlamenter demokrasinin hâkim olduğu rejimler kurdular. Kısa süre sonra bu ülkelerdeki yönetimler yerlerini askerî diktatörlüğe, tek partiye dayalı ve muhalefetin saf dışı edildiği güdümlü demokrasilere bıraktı.

Afrika’da bağımsızlığını kazanan ülkelerin birçoğunda istikrarsızlık, yolsuzluk, otoriter rejimler ve şiddet olayları görüldü. Başkanlık sistemi ile idare edilmekte olan birçok ülkenin demokratikleşme süreçleri askerî darbeler, cuntalar ve askerî diktatörlüklerle sekteye uğradı. Afrika’da 1960 ve 1980 arası dönemde 70’ten fazla darbe yaşanırken on üç lidere suikast düzenlendi. Emperyalist devletlerce çizilen sınırlar, birçok ülke için iç ve dış sorunlara neden oldu.

Afrika toplumu, Avrupa’nın yüzyıllar boyunca geliştirdiği kurumlara sahip değildi. Halklar; köyle, klanla, etnik yapıyla sınırlı bir çerçevede yaşıyor ve gruba ait olmayanı düşman olarak görüyordu. Yeni kurulan devletlerdeki zayıf birlikteliği etnik azınlıklar ve kabile grupları daha da zayıflatıyordu. Ruanda’da, Hutularla Tutsilerin çatışması binlerce insanın ölmesine neden olmuştu. Afrika’da dillerin parçalanmışlığı da bölünmeye etki etmekteydi. Ayrıca farklı dinlere mensup toplumların birbirlerine olan düşmanlıkları da ayrılıkları artırmaktaydı. Kimi halklar, çizilen yeni sınırlarla farklı ülkelerin sınırları içinde kalmışlardı. Örneğin Ashantiler (Aşanti) Gana ile Altın Sahili arasında parçalanmışlardı.

Afrika’da ulusları adına bireysel zenginlikten feragat eden ahlaklı insanlar, dış güçler ve iş birlikçileri tarafından öldürüldü. Kongolu Patrice Lumumba [Petris Lumumba], Mozambikli bağımsızlık önderi Eduardo Mondlane (Edvard Mandleyn) buna örnek olarak verilebilir.

Afrika’da belli bir ideolojik görüşe sahip olmayan kabile şefleri arasındaki çıkar çatışmaları, liberal değerlerin geri plana atılmasına neden oldu. Bağımsızlığını yeni kazanan ülkeler, liberalizm ilkeleri ve parlamenter rejimi reddettiler. Bu ülkelerde askerî darbeler birbirini izledi. Milleti savunmaya ve birliği muhafaza etmeye çalışan askerî sınıf, milliyetçi yönetici sınıfı oluşturdu. Bu sınıf, feodaliteye ve aristokrasiye karşı ekonomik kalkınmayı savunan fakat antidemokratik özelliklere sahip bir sınıftı.

Sömürgeci devletlerin kendi çıkarlarına göre kurmuş oldukları demir yolu ağlarının, yolların ve limanların karmaşıklığı yeni bir ekonomik düzen oluşturma gayretindeki sömürülen devletleri zorladı. Bu ülkelerde aynı zamanda yerli sermayenin azlığı ve kalifiye eleman eksikliği ülke ekonomilerini olumsuz etkiledi. Afrika ülkeleri belli ürünlerin ham madde üreticisi olarak kendi içlerinde rekabetle büyük sanayi güçlerine bağımlıydı. Fiyatlarda yaşanabilecek küçük düşüşler bütün ekonomik dengeleri altüst etmekteydi.

Afrika kıtasındaki bağımsızlık mücadeleleri II. Dünya Savaşı’ndan sonra büyük bir hız kazandı. Özellikle İngiltere ve Fransa’nın II. Dünya Savaşı sonrası güçlerini kaybetmeleri, bölge üzerindeki hâkimiyetlerini kaybetmelerine neden oldu. 1951’de Libya İtalya’dan, 1956’da da Tunus ve Fas Fransa’dan ayrılarak bağımsızlığını kazandı. 1957’de Gana, Sahraaltı Afrika’sında bağımsızlığını kazanan ilk devlet oldu.

Portekiz‘in Sahraaltı Afrika’dan çekilmesi 1975’e kadar sürdü. Rodezya, 1965’te İngiltere’den ayrılarak bağımsızlığını kazandı. Güney Afrika Cumhuriyeti’ndeki Aparthaid Rejimi ise 1994’e kadar sürdü.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu