Türk Tarihi

Şemseddin Altun Aba Medresesi

Şemseddin Altun Aba’nın Hayatı

Şemseddin Altun Aba, II. Kılıç-arslan ve oğlu Rükneddin Süleymanşah devrinin “sipehsalar”larından biridir. İbn Bibi’ye göre, iki Şemseddin Altun Aba yaşamıştır. Birisi I. Alaaddin Keykubat zamanında yaşayan ve oğlu Gıyaseddin Keyhüsrev’in “atabey“i olup, O’nun tahta geçtiğinde Sadettin Köpek‘in nüfuz ve etkisine kapıldıktan sonra bazı devlet adamları ile birlikte öldürülen Şemseddin Altun Aba, diğeri de Alaaddin Keykubad’ın has kölelerinden olan ve Diyarbakır’ın (Amid) “sipehdar”ı bulunan Şemseddin Altun Aba’dır.

İbn Bibi’de “Çaşnigir” ünvanı atfedilen, sonra da “Atabeg” ünvanı verilen Şemseddin Altun Aba yukarıda birinci olarak söz edilen ve vakfiye sahibi olan kişidir. Vakfiyesinde kendisine yalnız “sipehsalar” ünvanı verilmiştir. Altun Aba, Sultan Alaaddin Keykubat zamanında Kemaleddin Kamiyar, Mübariziddin Çavli gibi kumandanlarla birlikte kumandanlık, elçilik ve benzeri görevler yapmıştır. Sultan’ın Eyyubi Prensesinden doğan oğlu Kılıç Arslan’ı veliaht yapıp büyük oğlu II. Gıyaseddin Keyhüsrev’i tekrar Erzincan Malikliğine gönderdiğinde, Çaşnigir Altun Aba‘yı da O’nun “Atabeyi” ve “beylerbeyliği”ne atadı. Sultan’ın 1236’da ölümü üzerine Keyhüsrev Atabeği Altun Aba, Cemaleddin Ferruh Lala, Taceddin Pervane ve Sadeddin Köpek gibi devlet adamları sayesinde babasının emrine ve buna uyan ricalin ısrarlarına rağmen tahta geçmeyi başardı.

Yeni sultanın cülusunda ‘Atabey’ Altun Aba az bir süre sonra yalnız mevkini kaybetmekle kalmadı, diğer bir çok devlet adamları gibi hayatını da kaybetti. (1236-1237).

Altun Aba Vakıfları ve Vakfiyesi

Şemseddin Altun Aba‘nın vakıflarını içine alan vakfiyesi, Karatay ve Er-tokuş vakfiyeleri gibi tam teşkilatlı ve ayrıntılı değildir. Ancak gerek eskiliği ve Selçuklu Tarihi bakımından, gerekse kütüphanecilik tarihi açısından özel önemi olan bir belge niteliği taşımaktadır. II.Kılıçarslan’ın oğlu Rükneddin Süleyman-şah zamanında yazılmıştır. 1202 tarihini taşıyan bu vakfiyeye göre; genel vakıflar için divan katiplerinden ve “İplikçioğulları”ndan azadlı köle Necibeddin Ayaz, yıllık 400 dinar maaşla mütevelli olarak, vakfiyenin evkafı için de yıllık 300 dinar maaşla “nazır” olarak azatlı kölelerden Ruzbeh eş-Şemsi atanmıştır. Vakıf kayıtlarından, Karatay gibi Altun-Aba’nın da çocuğunun olmadığı anlaşılmaktadır. Selçuklu Devri’nin Konya’daki ilk medresesi olduğu tahmin edilen Altun Aba Medresesi, mütevellisinin adından ötürü (İplikçi Medresesi) adıyla da anılmaktadır.

Şemseddin Altun Aba Medresesi
Şemseddin Altun Aba Medresesi

Çok sayıda dükkanlar, araziler, bazı köyler, 1 adet han, 1 adet kervansaraydan oluşan vakıflarıyla devrinin en önemli bilim ve kültür kuruluşu olan medresenin kütüphanesi de ayrı bir önem ve değer taşımaktadır.

Bilginlerin, müderrislerin, öğrencilerin ve diğer okuyucuların kitap ihtiyaçlarını kolayca karşılayarak onlara gerekli kütüphane hizmetlerini sağlamak amacıyla Selçuklular Devri Konyasında kurulan ilk kütüphane olma özelliğini de taşımaktadır. Kütüphane, medresenin zengin vakıflarından gereğince yararlandırılmıştır.

Vakfiyede mütevelli ve nazırın, her yıl kütüphaneye ayrılan vakıf gelirlerinden yüz dinar (dirhem) ile layık kitaplar satın alarak vakfetmeleri, kitaplardan yararlanmak isteyen kimselerin, kitabın bedeli olan bir parayı kütüphaneciye (hazin ul-kütüp) vermeleri, kitabı kütüphaneciye geri verirken de paralarını tekrar almaları ön görülmüştür.

Maaşların dinar hesabıyla ödenmesi, fakirlere ekmek dağıtılması, yoksulların ölümlerinde kefenlenme, mumyalanma ve gömülmeleri için gerekli masrafların yapılmasına dair kayıtlar da vakfiyede yer verilen konular arasındadır. Buna göre yapılacak masraflar için önemli gelir getiren vakıflar tahsis edildiği belirtilmektedir.

Altun Aba, İplikçi Medresesinin ve sonradan bu medreseye eklenen camisinin 1332 de bir onarım gördüğü, kuzey kapısı üzerindeki kitabaden anlaşılmaktadır. Konya’nın Osmanlı Devleti eline geçmesiyle de önemini sürdüren medrese, zengin vakıfları sayesinde yüz yıllar boyunca yaşamıştır. Altun Aba Medresesi, 3 Mart 1924 de kapatılmıştır. 1938-1944 yılları arasında onarılıp restore edildikten sonra bir süre klasik eserler müzesi olarak kullanılmış olup halen de cami olarak kullanılmaktadır.

Vakıf kayıtlarından ve başka ilgili kaynaklardan anlaşıldığına göre diğer Selçuklu Medreselerinin de birer kütüphanelerinin bulunduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır. ihtisas elemanları yetiştiren Selçuklu Devri Konya Medreselerinin karakteristik bir özelliği her dersin aynı medresede okutulamayacağıdır. Astronomi, tıp, hey’et, felsefe, tasavvuf, fıkıh ve diğer bilimlerin her biri ayrı medreselerde okutulmuştur.

 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu