Osmanlı Devleti Tarihi

Ahilik Örgüt Yapısı, İlkeleri ve Ahilikten Çıkarma Sebepleri

Ahilikte örgüte giriş diğer Batıni tarikatlar gibi, özel bir törenle oluyordu. Törende adaya kuşak bağlanır ve tüm insanlara karşı sevgi dolu, saygılı olması, doğruluk ve yiğitlikten ayrılmaması öğütlenirdi.

Üyelerden kesin bağlılık, sonsuz kanat ve ketumiyet istenirdi. Dinsizler örgüte kesin olarak giremezdi ancak sofuların da Ahiler arasında yeri yoktu.

Ahilikte bilgi edinme, sabır, ruhun arındırılması, sadakat, dostluk, hoşgörü yasaklara uyma gibi vasıfların verildiği aşamalardan geçilirdi.

Ahiliğin Önde Gelen İlkeleri

  • Elini açık tut
  • Sofranı açık tut
  • Kapını açık tut
  • Gözünü bağlı tut
  • Beline sahip ol
  • Diline sahip ol.

Ahilikte üç aşamalı ve dokuz dereceli bir inisiyasyon sistemi uygulanırdı. Birinci aşama olan Şeriat kapısında müride mesleki bilgiler, Kuran bilgisi, okuma, yazma, Türkçe, matematik ile örgütün anayasası niteliğinde olan Fütüvvetname öğretilirdi.

İkinci aşama olan Tarikat kapısında mesleki bilgi en üst düzeye ulaştırılır, tasavvuf bilgisi, müzik, Arapça ve Farsça üzerine eğitim yapılırdı. Bu aşamada mürit ayrıca askeri eğitim de alır.

Şeyh mertebesine erişilen üçüncü aşama, Marifet Kapısı’ydı. Bu aşamada müritten Tanrı’ya inanması, benliğini öldürmesi, ululara hizmet etmesi ve cehalet karşısında susması istenirdi. Ahilik anayasasına göre ancak bunların tamamlanmasından sonra Hakikat’e ulaşılması, insanın kemale ermesi mümkün olurdu. Takipçisi olduğu Fütüvvet gibi Ahilik de dokuz dereceli bir sisteme dayanıyordu. Her kapı üç dereceyi içerirdi.

Ahilik Örgüt Yapısı
Ahilik Örgüt Yapısı

Dokuz Dereceli Ahilik Sistemi

  • Yiğit
  • Yamak
  • Çırak
  • Kalfa
  • Usta
  • Nakip
  • Halife
  • Şeyh
  • Şeyh-ül Meşayıh

Yiğitlik ve yamaklık, teşkilata kabul öncesindeki hazırlık aşamalarıydı. Ahiliğe gerçek kabul çıraklık aşamasıyla başlıyordu. Bundan sonraki derecelerse, Lonca teşkilatının idari dereceleri niteliğindeydi.

Bu basamakların birinden ötekine geçiş süresi fütüvvetnamelere göre bin gün, yaklaşık üç yıla yakın bir araydı ama yamaklıktan çıraklığa iki yılda geçilebilirdi. Çıraklıkla kalfalık, kalfalıkla ustalık arası süre; sanatına ve mesleğine göre üç yılı da aşabiliyordu. Tüm şeyhlerin lideri konumundaki Şeyh-ül Meşayıh‘ın bir diğer adı da Ahi Baba‘ydı.

Çırakların, zaviyelerde düzenli bir kontrol altında bulundurulmaları ve güvenilir kişiler yönetiminde eğitilmeleri gerekirdi. Fütüvvetnamelerde görüldüğü üzere her çırak yiğidin iki yol kardeşi, bir yol atası, bir üstadı yani sanat öğretmeni, bir de piri vardı.

Ahilere zaviyelerde, her gece ayrı bir konuda olmak üzere her konunun uzmanlar tarafından meslek ahlakı, genel ahlak, terbiye kuralları ve din bilgileri anlatılırdı. Öte yandan, haftanın belli bir gününde ata binmek, kılıç, kalkan, ok ve mızrak gibi silahların kullanılması için askerlik bilgileri de verilirdi.

Atölyede tezgahta sanat eğitimi, ahi zaviyelerinde kültür ve genel bilgi alarak çifte bir eğitim gören Türk esnaf ve sanatkarları, hem aralarında güçlü bir dayanışma ve yardımlaşma kurmuş, hem de yerli Bizans sanatkarlarıyla yarışabilecek bir sanat ve meslek yeteneğine kavuşmuş oluyorlardı.

Ahilik, Türklere alın teriyle geçinme, başı dik, kendine güvenen ve minnetsiz yaşama yeteneği kazandırmış ve bu ruhu onlara aşılamıştır. Ahiler, aralarında kurdukları güçlü ve etkili bir oto kontrolle de standart, sağlam ve ucuz mal satarak, her dinden ve milletten kişilere, güvenli ortamda ürünlerini satarak işlerini yürütüyorlardı.

Ahiler yalnızca ekonomik örgütlenmeyi değil, Ortaçağ Avrupa’sının şövalye tarikatları gibi dini-askeri bir örgütlenmeyi de gerçekleştirmişlerdi. Örgüte kabul edilen müride, bir profesyonel asker kadar değilse bile, kendini savunmayı bilecek kadar silah kullanma sanatı öğretiliyordu. Bu gelenek Mısır’da kurulan Fatımi Fütüvvet örgütünden bu yana devam etmekteydi.

Selçuklular döneminde, sultanların düzenli orduları dışında ülkedeki en güçlü örgüt, genç kalfa ve ustalardan oluşan Ahi müfrezeleriydi. Moğol istilaları sırasında sultan kuvvetlerinin yenilip kaçtığı sırada, çok sayıda kenti Ahi müfrezeleri savunmuştu. Kendilerini paralı askerler vasıtasıyla koruyan beyler, emirler bile Ahilerden çekinirlerdi. Moğolların kesin zaferinden sonra, valilerin beylerin kentlerden kaçmaları üzerine, onların görevlerini de Ahiler yürütmüşlerdi. Bu dönemde, Selçukluların güçlü veziri Pervane dahi, Ahilerin gücü karşısında boyun eğmiştir.

Ahilikten Çıkarılmaya Sebep Olan Şeyler

  • İçki içen
  • Zina işleyen
  • Münafıklık, dedikodu ve iftira eden
  • Gururlanan, kibirlenen
  • Merhametsizlik eden
  • Kıskanan
  • Kin besleyen
  • Sözünde durmayan
  • Yalan söyleyen
  • Emanete hıyanet eden
  • Kişinin ayıbını örtmeyen, bu ayıbı yüzüne vuran
  • Cimrilik, eli sıkılık eden
  • Adam öldüren kişiler örgütten atılırdı.

Bir Ahi gencinin zaviyeye alınması şöyle olurdu: Ahiliğin dokuz basamağından biri olan Nakiplik basamağındaki kişi, bir eline tuz alıp, topluluğun ortasında duran suya salar. Bunun üzerine öteki nakipler kapıyı açarlar, geçmiş erkan erlerini birer birer anıp, dua ederler ve salavat getirirler, en sonunda zaviyeye alınacak yamağı gösterirler. Bundan sonra, bir sıra törenle o genci toplulukları arasına almış olurlardı.

Öğretmen Ahi, öğrenmesi için yanına verilen çırağa, mesleki bilgilerin yanı sıra, namaz, oruç gibi İslam şartlarını öğretir, Ahi ahlak kurallarını kapsayan fütüvvetnamelerin belirttiği insanlık yöntemlerini de pratik olarak belletirdi.

Fütüvvetnamelerdeki bu ahlak kuralları genellikle cumartesi günleri öğretilirdi. O zamanlar tatil günleri perşembe öğlenden sonra başlayıp, Cuma günü akşamına dek sürdüğünden, cumartesi günü günümüzün pazartesisi gibidir. Akşamları yemek yendikten sonra dini, ahlaki ve eğitici kitaplar okunur, sonra sema ve raks edilirdi. Bu durum bizlere Ahilerin dinle dünya İşlerini bir arada yürüten kişiler olduğunu gösterir.

İbni Battuta’nın Ahilik İzlenimleri

Ahiler hakkında ilk defa, görgüye dayanan ve toplu bilgi veren kişi, ünlü Berberi gezgin İbni Battuta’dır. İbni Battuta, Osmanlı Sultanı Orhan zamanında (1326—1359) Anadolu’nun birçok şehir, kasaba ve köylerini gezmiş, Ahilere konuk olmuştur.

“Bilad-ı Rum adıyla anılan bu ülke dünyanın en güzel yeridir. Tanrı başka yerlerde ayrı ayrı verdiği güzelliklerin hepsini birden bu ülkeye vermiş. Ahalisinin yüzleri çok güzel, giysileri temiz, yemekleri nefistir. Bereket Şam’da, şefkat Rum’da (Anadolu’da) dendiği doğrudur. Yani gerçek şefkat Anadolu halkı olan Türkmenler arasındadır. Bu bölgede hangi eve ya da zaviyeye insek erkek ve kadın komşularımız halimizi, hatırımızı sorarlardı. Burada kadınlar örtünmezler, erkeklerden kaçmazlar.

Ayrılışımızda sanki kendi halkımızdan, akrabalarımızdan birileriymiş gibi candan uğurlarlar, kadınlar ağlarlar. Ahiler, Anadolu’da oturan Türkmen kavminin her şehrinde, kasaba ve köyünde mevcutturlar. Yabancılara yardım etmek, onları konuklayıp yedirip içirmek, bütün ihtiyaçlarını görmek, zorbaların hakkından gelmek, zalim ve edepsiz tabakasını ortadan kaldırmak hususunda bir benzeri daha yoktur.

Zaviyenin ve yapılan toplantıların da başkanı olan Ahi Babası, seçimle başa gelirdi. Onun buyruklarına ve uyarılarına kesinlikle uyulurdu. Bu başkanlar, sultanın ya da emirin bulunmadığı yerlerde oranın bütün yönetim işlerini de üzerlerine alırlar, bu yüzden de buyrukları, yasakları davranışları, ata binişlerindeki protokol kuralları hükümdarlarınkine benzerdi. Ahilere silah kullanma, ata binme, ok, kılıç, kalkan kullanma gibi askerlik bilgisi, bunları iyi bilen ve kimi koşulları üzerlerinde taşıyan kişilerce verilirdi. Bu dersleri verecek kişide şu deneyimler aranırdı:

  • Ahi görmek,
  • Şeyh görmek,
  • Bir adayı eğitip yetiştirmiş olmak.

Ahi ve şeyh gözetiminde bu eğitimi almayanlar, bu alanda öğretmen olamazlardı. Bu da Ahilerin eğitime ve deneyime ne ölçüde değer verdiklerini göstermektedir.

Ahilik, kişiye mesleğinde ve ahlaki davranışında yüksek fazilet ve saygınlık verdiğinden, 1230’lu yıllardan, meslek ve sanatın her türlü kontrolünün bu kuruluştan alınıp, meslek ve sanat tutmanın serbest bırakıldığı 1860’lı yıllara dek 630 seneden çok bir süre, Anadolu’nun sanat, ticaret ve meslek kuruluşlarım ayakta tutabilmiştir.

Ahi Evren’in düzenlemiş olduğu kurallara göre mesleklerin ve sanatların bölüştürülmesinden, malların işlenişine, satılışına dek her tür işlem inceden inceye ayarlanmıştır. Bu kuralları hem meslek erbabı arasındaki sürtüşmeyi, hem de üretici-tüketici sürtüşmesini, kavgayı ortadan kaldırmıştır.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu