Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi

12 Mart Muhtırası ve 12 Eylül Darbesi

1960’tan itibaren Türk siyasi hayatını derinden etkileyen toplumsal hareketlilik, kentleşme ve sanayileşme toplumsal ayrışmalara da neden oldu. Laik-İslamcı, solcu-sağcı, Alevi-Sünni gibi ayrışmalar yaşandı. Siyasette de yer bulan sağ-sol ayrışması Türkiye’nin tarihinde derin etkiler bıraktı. İktidar değişiklikleri, muhtıralar ve darbeler Türkiye’de ciddi sorunlara neden oldu. Türkiye ilk darbeyi 27 Mayıs 1960’ta yaşadı. 1961 Anayasası ile oluşan demokratik ortam her iki ideolojinin de rahatlıkla örgütlenmesine fırsat verdi. 1960-1980 arası, çok sesliliğin ve baskıların birlikte yaşandığı dönemdi. Bu dönemin ortaya çıkardığı özgürlük ortamında işçi ve öğrenciler protesto ve eylemlerde bulundu. Bu gruplar ABD ve feodal beylere karşıtlığın olduğu sol kesimi temsil etti. Bu dönemde sağ ideoloji komünizmin panzehri olarak görüldü. Sağ ideolojide Nurettin Topçu, N. Fazıl Kısakürek gibi fikir üreten isimler ön plana çıktı.

Necip Fazıl Kısakürek

…Hani radyolarda bir ses duyarız: “Dikkat, dikkat! …kan aranıyor.” Biz de kan arıyoruz: “Dikkat, dikkat! Namütenahi grubu Allah-Muhammed olan kan aranıyor!” Siz gençler, bütün Anadolu’yu damar damar içine alan bu kan deposunun en halis numunesini taşıyorsunuz. Türk analarının ulvi sancılarla yakında doğuracağı gerçek kahramanların tohumu işte bu kandadır. O günü bekleyelim ve Allah’tan yardım isteyelim…
Necip Fazıl Kısakürek, Hadiselerin Muhasebesi-3, Sayı-25, Sayfa-3

1961 Anayasası ile oluşan demokratik ortamdan istifade eden Türkiye İşçi Partisi (TİP); solcu aydınları, sendikacıları ve sosyalistleri bünyesine toplayarak Türk siyasetinde yerini aldı. Başlangıçta seçimlerde belli oranda başarı gösteren TİP kendi içerisinde M. Ali Aybar, Behice Boran, Doğan Avcıoğlu, Mihri Belli gibi önde gelen fikir insanları ve Yön dergisi gibi yayınlar tarafından eleştirilere maruz kaldı. Özgürlük ortamının da verdiği hava üniversite gençliğinde, yayınlarda ve siyasette bölünmelere neden oldu. Bu ortamda CHP, solda marjinalleşmenin önüne geçmek için 1965’te ortanın solu fikrini ideoloji olarak kabul etti. Sol partilerin 1969 seçimlerinde aldığı başarısız sonuçlar, Türkiye’de sosyalizmin inşasının seçimle değil devrimle olabileceği yönündeki inancı güçlendirdi.

Mihri Belli

TİP sosyalist düzenin tesisi yönündeki bilimsel yönteme ihanet etmekteydi. Bir kere parlamentarizm yolu benimsenemezdi. Türkiye işçi sınıfı hem sayı hem de bilinç olarak yeterli seviyede değildi. Yapılacak iş, içinde millî burjuvazinin de bulunduğu geniş tabanlı bir antiemperyalist blok oluşturmaktan geçiyordu. Tarihi boyunca en ilerici ve örgütlü kurum olan ordu da bu bloka dâhil edilmeliydi. Çözüm, Millî Demokratik Devrim Tezi’nin hayata geçirilmesiyle olur.
Melek Zorlu, TKP’den TİP’e Sol Kemalizm: MDD Örneği

Muhtıranın Arka Planındaki İç ve Dış Etkiler

1960 Darbesi sonrası oluşturulan MGK (Millî Güvenlik Kurulu), askerî otoritenin sivil otoriteyi kontrol edeceği bir yapı ile hareket etti. Yeni seçim sistemi siyasette bölünme ve çatışmalara uygun ortam hazırladı. Muhtıra öncesinde meydana gelen kargaşa ortamına müdahalede etkisiz kalan dönemin başbakanı Süleyman Demirel, düşüncelerini şöyle açıklamıştır: “Bu olup bitenler karşısında daha basiretli bir politika izlemek gerektiğinde devlet otoritesini kullanarak sorunlara çözüm getirmek sorumluların da düşünmedikleri şeyler değildir. Ama 1961 Anayasası yürütme organını, daha doğrusu Millet Meclisindeki çoğunluğu öyle güçsüz duruma getirmiştir ki sorumluların eli kolu bağlanmıştır. 1961 Anayasası icrayı güçsüz kılmış, çoklu idare düzeni getirmiştir. TBMM, Cumhuriyet Senatosu, Anayasa Mahkemesi, TRT ve Üniversiteler gibi özerklik verilen kuruluşlar işleyişte aksaklıklara neden olmuştur.”

Türkiye’de yaşanan darbeler ve muhtıralarda dış bağlantının olduğunu siyahla beyazın keskinliğinde söylemek mümkün değildir. Fakat bu elim olayların öncesi ve sonrasındaki gelişmelere bakıldığında dıştan bir müdahale olduğuna dair baskın bir kanaat oluştuğu gerçektir. 12 Mart Muhtırası öncesinde Türkiye’nin uluslararası boyutta yaşadığı; Haşhaş Sorunu, Arap-İsrail Savaşı’ndaki tavrı, Türkiye’nin kalkınma hamlesi, Kıbrıs Meselesi, U-2 Krizi gibi sorunlar, ABD’nin Türkiye’deki hükûmete karşı eylemlere girebileceğinin ilk belirtileridir. Muhtıradan birkaç gün önce Washington Post (Vaşingtın Post) Gazetesi’ndeki bir yazıda “…Ordu huzursuz. Demirel’in günleri sayılı…” ifadeleri kullanılmıştır. Dönemin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’in Politika gazetesi muhabiri İsmail Cem’e yaptığı şu değerlendirme önemlidir: “Bakın İsmail Cem Bey, Amerika, şuna aldırmaz: Bir memlekette; demokratik idare olmuş, şoven idare olmuş, faşist idare olmuş ona hiç bakmaz. Amerika o memleketin kendisine ne ölçüde tabi olduğuna, kendi politikasına ne derecede uyduğuna bakar…12 Mart’ın arkasında CIA vardır, hem de büyük ölçüde vardır.”

Muhtıranın Gelişimi

Türkiye’de yaşanan kaos ortamından hükûmeti sorumlu tutan kuvvet komutanları, radikal sol askerî unsurların darbesini engellemek için Türkiye’deki Kaos Ortamı Devlet içine sızan, ordunun müdahalesini ve demokrasinin sekteye uğramasını isteyen karanlık güçler vardı. Uğur Mumcu o dönemlerde şöyle demiştir: “Karanlık güçler Türkiye’de uyuşturucu ve silah kaçakçılığını rahatlıkla yapabilmek için kaos ortamı oluşturmaktan geri kalmadılar. Bu kaos ortamı 12 Mart’a giden hazırlık dönemini doğurdu.” Baskın Oran, 2001, s. 668-672

kendilerine göre ehven-i şer (kötünün iyisi) olanı yaptılar. 12 Mart 1971 günü saat 13.00’te tüm Türkiye’ye ilan edilen metin ve TBMM’ye verilen muhtırayla Başbakan Süleyman Demirel ve hükûmetine yürütme görevinden el çektirildi. Verilen muhtıra ve yapılan hükûmet değişikliği ile sorunların halledileceği sanıldı. Muhtıra sonrası kurulan Nihat Erim, Ferit Melen hükûmetleri ile 1973 genel seçimlerine kadar bir siyasi mutabakat oluşturulmaya çalışıldı fakat başarılı olunamadı. AP, CHP ve MGP gibi partilerin yanında parlamento dışından gelenler ile oluşturulan bu hükûmetler, istenen başarıyı gösteremedi. 1973 seçimleri ile gelen Milliyetçi Cephe hükûmetleri de bekleneni veremedi.

Muhtıranın Siyasi ve Sosyoekonomik Sonuçları

Çoğunluğu parti dışı isimlerden oluşan teknokratlar hükûmeti kuruldu. Böylece toplumsal uzlaşı oluşturulmaya çalışıldı.

İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom, marjinal sol örgüt üyeleri tarafından kaçırılarak öldürüldü. Ardından Kızıldere Olayı, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamı, Marmara Yolcu Gemisi’nin kaçırılarak yakılması gibi olayların yaşanmasından dolayı birçok ilde sıkıyönetim ilan edildi.

Muhtıra öncesi ülkede oluşan ortam servet sahibi Ermeni ve Rumları tedirgin etti ve yaklaşık 10 bin kişi altı yıl içinde ülkeyi terk etti. Muhtıra sonrası oluşan hava bu göçleri ciddi oranda azalttı. 1961 Anayasası’nda 1971 ve 1973’te yapılan değişikliklerle Türk demokrasisi güdümlü hâle getirildi. Anayasadaki liberal içerik, temel hak ve özgürlükler ile yargı güvencesi zayıflatılarak devlet otoritesi sağlanmaya çalışıldı. Bu durum Türkiye’de kaosun daha da büyümesine ve gençlik hareketlerinin önü alınamaz bir çatışmaya dönüşmesine neden oldu.

12 Mart 1971 Muhtırası ile 12 Eylül 1980 Darbesi arasında koalisyonlardan oluşan dokuz hükûmet kuruldu. Askerî müdahale ile başlayan dönem, diğer bir askerî müdahale ile son buldu. 12 Mart Muhtırası ile mevcut kargaşa ortamını düzeltmek amacıyla ülke yönetimine el koyanlar başarısız olmuştur. Çünkü durum daha da kötüleşmiş ve anarşi artarak devam etmiştir. Bu dönem içerisinde Türkiye gündemindeki bazı gelişmeler şunlardır:

İç Gelişmeler

Siyasi Durum: 12 Mart Muhtırası sonrasında yapılan seçimler hiçbir partiye tek başına iktidar imkânı vermedi. Bu ortam koalisyon hükûmetlerinin kurulmasına ve istikrarsızlığa neden oldu. Dünyada önemli gelişmelerin olduğu bu dönemde Türkiye siyasetteki çalkantılarla uğraşmak zorunda kaldı. Bu durum, Türkiye’nin dış siyasetinde ve sosyoekonomik yapısında değişimlere neden oldu.

Ekonomik Durum: Siyasette istikrarsızlığın yaşandığı bu dönemde ekonomiyi düzeltmekten uzak olan hükûmetler, tepkileri azaltmak için popülist ekonomik politikalar uyguladı. Bu yaklaşım enflasyonun %100’lere çıkmasına neden oldu. Sonrasında uygulanan devalüasyonlar ile dolar TL karşısında 1970-1980 arası 10 yıllık dönemde 9 TL’den 50 TL ye yükseldi. Bu devalüasyonlarda 1973 Dünya Petrol Krizi’nin etkisi de büyüktü. Yüksek fiyat artışlarına işçi grevleri ve karaborsacılığın da eklenmesiyle ortaya çıkan kıtlık, ülkeyi darboğaza soktu.

Terör: Anarşi ve terör olayları daha da arttı. Faili meçhul cinayetlerle çok sayıda siyasetçi öldürüldü. Sivas, Maraş ve Çorum olayları bu dönemde yaşanan olaylardan bazılarıdır.

Dış Gelişmeler

1979’da SSCB’nin Afganistan’ı işgale başlaması ve İran’da SSCB destekli bir devrim ile ülke rejiminin değişmesi, ABD’yi İran ve Afganistan gibi iki önemli müttefikten yoksun bıraktı. Bu iki olayın çıkışından önce o ülkelerde gerçekleşen kaos ortamına benzer olaylar, Türkiye’de de olmaya başladı. Ayrıca ASALA terör örgütünün yurt dışında Türkiye karşıtı eylemleri ve birçok Türk diplomatını şehit etmesi siyasi güvenin azalmasına neden oldu.

1960-1971-1980 dönemlerinde ABD eksenli dış politikadan uzaklaşılıp SSCB ile iyi ilişkiler kurulması, ordu içerisindeki bazı grupları tedirgin etti. Darbeler sonrasında ABD ile kurulan ileri düzeydeki ilişkiler ve yapılan ikili antlaşmalar da önemlidir. 24 Ocak kararlarını alan siyasi iktidara IMF, Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlar ile gelişmiş devletler hiçbir şekilde destek vermedi. Oysa darbe gerçekleştikten sonra bu destekler gelmeye başladı.

Dönemin NATO Türkiye temsilcisi Korgeneral Süreyya Yüksel’in bir toplantıda mevcut çalkantılar sürerse askerin inisiyatifi ele alacağından bahsetmesi üzerine NATO Kuvvetler Başkomutanı’nın sözü şu olmuştur: “Bravo, işte komutan dediğin böyle olur ve istikrar böyle kurulur.”

Darbe gerçekleştikten sonra ABD’li bazı üst düzey yetkililerin “Our boys have done it.” (Bizim çocuklar başardı.) ve “Müdahale etmesi gerekenlerin yaptığı girişim.” sözleri basına yansımıştır.

Darbenin Gelişimi ve Sonrası

Türkiye’de 1970’li yıllarda enflasyonun aşırı artmasıyla kalkınma hızı nüfus artışının gerisinde kaldı. Bu durum sosyal, ekonomik, politik ve kültürel alanda sorunları beraberinde getirdi. Anarşi ve terör artarak devam etti. Bunu mal kıtlığı, karaborsa gibi olumsuzluklar takip etti. Tüm bunların neticesinde mezhep çatışmaları, ideolojik kamplaşma ve ayrışmalar yaşandı. Çeşitli grupların mahalle ve semtlerde hâkimiyet kurarak kurtarılmış bölgeler oluşturması, insanları sokağa çıkamaz hâle getirdi. Siyasi irade bu durum karşısında çözüm bulamadı. Böylece Türkiye’de bir kaos toplumu oluşturuldu. Türk Silahlı Kuvvetleri sabah saat 04.00’te ülke yönetimini Bayrak Harekâtı adı verilen darbe ile ele geçirdi. Aynı gün saat 13.00’te Kenan Evren, radyo ve televizyondan Millî Güvenlik Konseyi Başkanı sıfatıyla darbe bildirisini okudu.

Siyasi Durum: Türk demokrasisi bir kez daha sekteye uğradı. 21 Eylül 1980’de emekli Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülent Ulusu başkanlığında hükûmet kuruldu. Cumhurbaşkanlığı görevine Kenan Evren getirildi. Yasama, yürütme ve yargı yetkileri Millî Güvenlik Konseyi tarafından kullanıldı. Konsey, dönemin siyasi liderlerini tutuklatarak Hamzakoy ve Uzunada’ya gönderdi. Mevcut siyasi partiler kapatıldı. Kurulan yeni partilerle 1983’te seçimler yapılarak meclisin işlerliği sağlandı. 15 Ağustos 1984’te PKK’lı teröristler tarafından Eruh ve Şemdinli’de yapılan saldırılar ile terör olayları başladı. Bu, günümüze kadar süren terör eylemlerinin başlangıcıdır.

1982 Anayasası yapılan referandumda %92 oranında evet oyuyla kabul edildi. Seçilmiş belediye başkanları görevlerinden alınarak bu görevler, asker vali ve kaymakamlar tarafından 1984 yılına kadar yürütüldü. Parti kurulması ve milletvekili seçilmesine MGK tarafından onaylanma şartı getirildi. 1983 demokratik seçimleri yapılmadan bir ay önce darbe yönetiminin bazı önemli kanunları çıkarması, vesayet yönetiminin kendinden sonraki döneme de vesayet ve etki etme isteğini gösterir.

Sosyoekonomik Durum: 12 Mart Muhtırası sonrasında kurulan 11 koalisyon hükûmeti de istenen başarıyı gösteremedi. 1980’lerde de etkisini sürdüren 1973 Dünya Petrol Krizi’ne Bankerler Krizi de eklendi. Sermaye piyasasını düzenleyen bir kanunun olmamasından yararlanan bankerler, 24 Ocak Kararları’nın oluşturduğu piyasa şartlarından istifade ederek halkın mevduatlarının toplanmasında bankaların önüne geçti. Bu sağlıksız ortam banka, banker ve bireylerin mali yıkıma uğramasına neden oldu. Darbe sonrasında sendikaların faaliyetleri durduruldu veya ertelendi. Toplumsal kargaşanın ve darbelerin getirdiği olumsuz ortam göçlere sebep oldu. Türkiye içerisinde huzur ortamının ve maddi imkanların üst düzey olduğu yerlere doğru bir iç göç hareketi yaşandı. Ayrıca toplu sözleşmeler ve işçi haklarında gerilemelerin yaşanmasının da etkisiyle Almanya başta olmak üzere yurt dışına da işçi göçleri yaşandı.

Türkiye tarihinde yaşanan darbe ve muhtıraların oluşum ve sonuçlarından dersler çıkarılmalıdır. Bu olaylar, iç ve dış politikada demokrasiyi geliştirmeyi taahhüt eden Türkiye’de demokratik yaşantıda kesintiler meydana getirmiştir.

Demokrasinin üstün bir ulusal çıkar olarak içselleştirilmesi, Türkiye demokrasisinin uluslararası alanda demokrasi savunuculuğu yapan güç ve odaklara karşı da korunması gerektiğinin fark edilmesiyle mümkün olacaktır. Bu ise millî birlik ve beraberlikle olur.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu