Türk Tarihi

İslamiyet Öncesi ve Sonrası Dönemde Türklerde Hukuk

Nizamülmülk’ün Oğlu Fahrülmülk’e Mektubu

“…Her şeyden önce bütün reayanın senden asude (rahat, emin) olması gerekir. Her zaman onlara hukuk lazımdır. Bırak onlar kalpleri serbest olduğu hâlde, kazançları ile kendi hayatlarını temin yolunda çalışsınlar. Onlardan vergi alınmak istendiği zaman yavaş alınsın. Hadiseler kapısı onların üzerine kapalı olsun. Hiç kimse, emredilenden başka onlardan bir şey almasın. Onlar asla incitilmesin. Sarayının kapısı zulme uğrayanlara açık olsun. Emrettiğin her şey hakikat ve basiret yüzünden (üzerine) olsun…” Vecdi Akyüz, Müslüman Türk Devletlerinde Divan-ı Mezâlim Kurumu, C. 5, s. 213-214

Yukarıdaki metinden de anlaşılacağı gibi Türk devletlerindeki hukuk anlayışına göre devlet, doğruluk ve adalet üzerine kurulmuştur. İslamiyet’in kabulü ile İslam dinine ait kurallar (şerî kurallar) Türklerin hukuk sistemine girerken, eski Türk töresinden beslenen ve İslami kurallara aykırı olmayan örfî hukuk da devam ettirilmiştir.

Türk İslam devletlerinde hukuk; şerî ve örfî hukuk olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Kur’an hükümleri ve Hz. Muhammed’in söz ve davranışları temel alınarak oluşturulan şerî hukuk davalarına kadılar bakardı. Şerî hukuk davalarının başındaki görevliye kadı’l kudat adı verilir, kadıların verdiği kararlara itiraz edilmesi durumunda, İslami bir kurum olan Mezâlim Divanı’na (Divan-ı Mezâlim) başvurulurdu.

Örfî hukukun kaynağı ise Hun, Kök Türk ve Uygur kanunları ile Oğuz gelenekleridir. Örfî hukuk, daha çok yönetim, askerlik ve mali konularla ilgiliydi ve örfî hukukun başında emir-i dâd bulunurdu.

Türk İslam devletlerinde devletin başı olan hükümdar, İslamiyet öncesi Türklerde olduğu gibi adalet teşkilatının da başında bulunurdu. Aynı zamanda en büyük yargıç sıfatıyla Divan-ı Mezâlim’in başındaki kişi olarak kadi’l kudat ve emir-i dâd’ın tayinlerini yapardı.

Karahanlılar, İslamiyet’e geçişin ilk dönemlerinde Kök Türk ve Uygur geleneklerini devam ettirmiş, ilerleyen yıllarda saray teşkilatı, ordu, idari yapı, vergi işleri, memuriyet isimleri ve bazı hukuki alanlarda İslam dininin etkisiyle birtakım değişimler yaşamıştır.

Kutadgu Bilig’de “Hangi bey memlekette adil kanun koydu ise o bey memleketini tanzim etmiş ve halkının gününü aydınlatmıştır.” denilmektedir. Kutadgu Bilig’in yazarı Yusuf Has Hâcip, Türk devlet geleneğindeki adalet anlayışının en önemli bölümünün töre olduğunu birçok beyitte dile getirmiştir. İlk Türklerde olduğu gibi töre ve güç kavramları, Türk düşüncesi ve Türk devlet anlayışında sık sık yer almıştır.

Yusuf Has Hâcip, Kutadgu Bilig’de kuzu ile kurdun birlikte yaşamasını hayal ederken, bunun ancak adaletle sağlanacağını her fırsatta dile getirmiştir.

Büyük Selçuklu ve Türkiye Selçuklu devletleri hukuk sistemi de şerî ve örfî olmak üzere iki kısma ayrılırdı. Şerî davalara kadılar, örfî davalara ise emir-i dâd bakardı. Selçuklularda örfî yargıya darü’l adl (adalet evi) denilir, adaleti sağlamakla kadılar görevlendirilirdi. Askerî sınıfın hukuki davalarına bakan kadıların başındaki görevliye kadi’l eşker, sivil halkın davalarına bakan kadıların başındaki görevliye de kadi’l kudat denilirdi. Selçuklularda yargı bağımsızdı. Bu nedenle adalet işleri ile ilgili görevliler, herhangi bir konuda siyasi veya idari baskı altında kalmadan karar verebiliyor ve adalet işlerini bağımsız olarak yürütüyordu.

Divan-ı Mezâlim, Türk İslam devletlerinde, İslam hukukunun ortaya çıkardığı ve hemen hemen tüm İslam devletlerinde görülen çok önemli bir kurumdu. İlk Türk İslam devletlerinde devletin temel organlarından biri olan bu mahkeme, hukuk devleti anlayışının gerçekleştirilmesi açısından büyük önem taşırdı. Divan-ı Mezâlim, Türk İslam devletlerinin çoğunda devlet yönetiminin hem merkez hem taşra teşkilatında yer almıştı.

Divan-ı Mezâlim, yargı görevinin dışında siyasi ve ekonomik alanlarda da birtakım görevleri yerine getirirdi. Merkezde genellikle hükümdar başkanlığında toplanır, taşrada ise merkezden özel olarak mezâlim görevlisi sıfatıyla gönderilen devlet memurları veya valiler tarafından toplanırdı. Divan-ı Mezâlim görevlerini; vezir, hukukçu, şahit, müftü, ordu ve maliye temsilcilerinden oluşan üst düzey bir kurul yerine getirir, burada görev yapacak olan kişilerin nitelikli ve ahlaklı olmalarına dikkat edilirdi.

İlk zamanlarda Divan-ı Mezâlim için belirli bir yer olmadığı için yetkililer kendilerine yapılan şikâyetleri her nerede olursa olsun dinleyip karara bağlamıştır. Bu mahkemeler için zamanla özel binalar yapılmış; hükümdar, vezir veya vali, Divan-ı Mezâlim toplantısının yapılacağı zamanı şartlara göre bizzat kendileri belirlemiştir. Divan-ı Mezâlim’de görülen davalarda şerî kurallar, dikkate alınarak karar verilmiş ve buradaki davaların görülmesi genelde sözlü olarak yapılmıştır. Kurum geliştikçe davaların görülmesinde yazılı uygulamaya da geçilmiştir. Divan-ı Mezâlim’de görülen davalar, haksızlığa uğrayan kişinin başvurmasıyla görülmeye başlardı. Ancak haksızlık yapan memur ise birisinin başvuru yapması beklenmeden harekete geçilirdi. Mezâlim hâkimi davaları yürütürken gerekli gördüğü her türlü araştırmayı da yapardı. Bu mahkemelere gayrimüslimler de başvurabilirdi.

Yapılan duruşmalarda eşitliğe önem verilir, davalar iyice araştırılmadan ve deliller incelenmeden karar verilmezdi. Duruşmalar genelde tek oturumda yapılırdı ve kararların aynı günde verilmesine çalışılırdı.

DİVAN-I MEZÂLİM’İN BAZI GÖREVLERİ

  • Halkın şikayetlerinin dinlenmesi ve karara bağlanması
  • Görevini kötüye kullanan idareciler hakkındaki şikâyetlerin incelenmesi
  • Maaşların gecikmesi ve eksik ödenmesi ile ilgili şikâyetlerin incelenmesi
  • Cuma ve bayram namazları ile hac, cihad gibi ibadetlerin yerine getirilmesine imkân sağlanması
  • Divan katiplerinin denetlenmesi
  • Vakıfların denetlenmesi

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu