Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi

II. Dünya Savaşı’nın Siyasi Sonuçları

II. Dünya Savaşı’nın Müttefiklerce kazanılması ile Faşizm ve Nazizm gibi akımlar tasfiye edildi.
1945’ten sonra dünyanın siyasi yapısı yeniden inşa edilmeye başlandı. Mihver Devletlere
karşı direnişe
geçenler kazanç sağladı. Birçok ülkede savaşın olumsuz etkilerinden kurtulmak amacıyla reformlar
başlatıldı.

Asya, Afrika ve Orta Doğu’da yaşayan halklar, II. Dünya Savaşı’nda, emperyalist devletlerin zayıflığını
görerek bu devletlere karşı mücadeleye başladı. 1942’de Hindistan, Endonezya gibi ülkelerde
millî kurtuluş hareketleri oluştu.

İngiltere ve Fransa’nın II. Dünya Savaşı sonunda galip devletler arasında olmasına rağmen
ekonomileri oldukça bozuldu, sömürgeleri üzerindeki etkileri de azalmaya başladı.
Savaşın mağlup devletleri İtalya ve Almanya’nın toprakları işgal edildi. Müttefik ordularının denetimi
altında başkentleri Berlin ve Viyana da dâhil olmak üzere, Almanya ve Avusturya
toprakları dört işgal
bölgesine ayrıldı. Sömürge imparatorluğunu kaybeden İtalya, ekonomik ve siyasi alanda yeniden
yapılanmanın güçlükleriyle karşı karşıyaydı. 1946’da düzenlenen bir halk oylamasıyla
İtalya’da
cumhuriyet rejimine geçildi.

Savaşın diğer mağlup devleti Japonya, ABD orduları tarafından işgal edildi. Japonya
savaş
sırasında işgal ettiği toprakların yanı sıra XIX. yüzyıl sonlarından itibaren elde ettiği
toprakları da geri
vermek zorunda kaldı. ABD, tekrar savaşa girmesini yasaklayan demokratik bir anayasa hazırlaması,
orduyu kaldırma ve eğitim reformu gibi köklü yenilikler yapması konusunda Japonya’ya
baskı yaptı.
II. Dünya Savaşı’nda SSCB’nin Almanya’ya karşı önemli zafer kazanması, Çekoslovakya başta
olmak üzere bazı Avrupalılar tarafından SSCB’nin kurtarıcı olarak görülmesine sebep oldu. Böylece
kuruluşundan itibaren ilk kez bu kadar saygı gören SSCB’nin 1930’larda karşılaştığı
uluslararası
alandan dışlanma süreci sona erdi. Avrupa kıtasının yarısına hâkim olan SSCB,
savaş sonunda büyük
bir güç hâline geldi.

II. Dünya Savaşı’ndan en az etkilenen ABD, atom bombasına sahip olmakla önemli bir avantaj elde
etti. Birleşmiş Milletlerin New York’u, Uluslararası Para Fonunun (IMF) Washington’u merkez olarak
seçmesi ABD’nin gücünü ve Avrupa merkezli uluslararası sistemin sona erdiğini göstermekteydi.
Dünyadaki altın rezervinin % 75’ine sahip olan ABD’nin, dünya sanayi üretiminin % 50’sini ve
uluslararası ticaretin % 25’ini elinde bulundurması da bu ülkenin dünyadaki konumunu güçlendirdi.
I. Dünya Savaşı sonunda barışı korumak amacıyla kurulan Milletler Cemiyeti, büyük devletlerin tesiri
altında kalarak tarafsızlığını koruyamamıştı ve II. Dünya Savaşı’na yol açan krizleri çözememişti. Bu
yüzden daha II. Dünya Savaşı sırasında dünya barışını sağlamak amacıyla ABD ve
İngiltere, Atlantik
Bildirisi’ni yayınlayarak Birleşmiş Milletler Teşkilatının temelini attı. 1943’te de Moskova
Konferansı ile
ABD, İngiltere, SSCB ve Çin daimî bir barış teşkilatının kurulması üzerinde anlaşmaya
vardı. Bu
devletler 1944’te Washington’da teşkilatın taslak biçimini, görevlerini ve yetkilerini belirledi.

Şubat 1945’te Yalta Konferansı’nda ABD,
İngiltere ve SSCB, Mart 1945’e kadar Mihver
Devletlere savaş ilan eden devletlerin
Birleşmiş Milletlere üye olarak kabul
edilmesine karar verdi. Aynı yıl Birleşmiş
Milletleri resmen kurmak için San Francisco
Konferansı toplandı. Bu Konferans’ta ABD,
SSCB, İngiltere, Çin ve daha sonra Fransa’nın
katılımıyla oluşan büyük devletler
teşkilat üzerinde kesin üstünlük kurmak ve
bunu antlaşmaya eklemek istedi. Küçük
devletler olarak adlandırılan kırk altı devlet ise
buna karşı çıktı. Görüşmeler sonucunda
Genel Kurulda devletlerin eşitliği, Güvenlik
Konseyinde büyük devletlerin üyeliklerinin
sürekliliği ve “veto” haklarının varlığı kabul
edildi. Konferans sonunda Birleşmiş Milletler
Antlaşması kabul edilerek Birleşmiş Milletler
Teşkilatı kuruldu ve Milletler Cemiyeti 19 Nisan 1946’da yetkilerini bu Teşkilata devretti.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra kalıcı bir barış hedeflenirken iki yıl gibi kısa bir sürede gergin bir ortama
girildi. Savaş sırasında ortaya çıkan fikir ayrılıkları iyice belirginleşerek devletler arasında kutuplaşmalar
görüldü. Devletler, II. Dünya Savaşı sonunda önemli güç hâline gelen ABD ve SSCB’nin
liderliğinde, ideolojik ayrılığa dayalı “Batı Bloku” ve “Doğu Bloku” adı altında gruplara ayrıldı.  

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu