İslam ve Diğer Dinler Tarihi

Dinin İnsan Hayatındaki Yeri ve Önemi

Tarihin her devrinde ve bütün toplumlarda görülen din, insanı hem içten hem dıştan kuşatan, onun düşünce ve davranışlarında kendini gösteren bir disiplindir. İnsan, her zaman kendisini aşan bir kudrete yönelmesi gerektiğini düşünmüştür.

Her ne kadar insan, akıl ve yetenekleriyle yaşadığı çevrede otoriter bir yapı kurmuş olsa da kendi gücünü aşan sorunlarla karşılaştığı zaman acziyete düşer. Güçlü bir elin, içine düştüğü çaresizlik ortamından kendisini çekip çıkarmasını, himayesine almasını ister. Diğer taraftan yaptığı yanlışlıklar nedeniyle içine düştüğü vicdan azabını hafifletecek, kendisini affedecek bir gücü arzular. İnsanın bütün bu duygularını yalnızca içinde bulunduğu maddi âlem çerçevesinde kalarak tatmin etmesi mümkün değildir. Her insan, yaşamında hiçbir maddi güç ve kuvvetin yardımcı olamayacağı olaylarla ya da duygu yükleriyle yüz yüze kalabilir. Bütün bu durumlar, insanın sınırsız ve her şeye güç yetiren aşkın bir varlığa inanıp yönelmesini zorunlu kılar.

Nitekim Kur’an, “Sizi karada ve denizde gezdiren odur. Hatta siz gemilerde bulunduğunuz, o gemiler de içindekileri tatlı bir rüzgarla alıp götürdükleri ve (yolcular) bu yüzden neşelendikleri zaman, o gemiye şiddetli bir fırtına gelip çatar, her yerden onlara dalgalar hücum eder ve onlar çepeçevre kuşatıldıklarını anlarlar da dini yalnız Allah’a halis kılarak: ‘Andolsun eğer bizi bundan kurtarırsan mutlaka şükredenlerden olacağız.’ diye Allah’a yalvarırlar.” ayetiyle tevhide inanmayan insanlardan bahsederken zaman zaman onların çaresiz kaldıklarında Allah’a yönelip ondan yardım dilediklerine dikkatimizi çeker. Böylelikle Kur’an, inanan-inanmayan bütün insanların, sınırsız güce sahip varlığın himayesine sığınma ve yardımını dileme duygularını taşıdığını vurgular.

İnsanın yüce bir kudrete gönülden bağlanması onun gücüne güç katar; dua, niyaz ve iltica insanı ulvileştirir. “Allah sevgisi ve bu sevgiden kaynaklanan saygı insanı olgunlaştırır. Ona kuvvetli bir irade ve sağlam bir karakter kazandırır. Böyle kimselerin içinde yer aldığı toplumlarda erdemli davranışlar artar.” Din, insana içgüdüleri ile maddenin esiri olmadığını ve sonsuz bir hürriyet içinde bulunmadığını telkin eder. Kişi yalnız her şeyin sahibi olan Allah’a boyun eğer, bencil duyguların, canlı ve cansız tabiatın esiri olmaz. Dinin bu telkini, insana gerçek hürriyet ve bağımsızlığını kazandırır.

Din; fertleri mukaddes duygu, ortak şuur ve vicdan etrafında birleştiren bir faktör olduğu gibi aynı zamanda toplumları yükselten, onların gelişmesini sağlayan bir kurumdur. Din, ahlaki bir müessese olarak en mükemmel kanunlar ve nizamlardan daha kuvvetli bir şekilde kişiyi içten kuşatan, kucaklayan ve yönlendiren bir disiplindir. Dinin zayıflaması ahlaki ve hukuki suçların artmasına yol açabilir. Çünkü din olmayınca ahlak için yaptırım gücü kalmaz.

İnsanın toplumsal bir varlık olmasının yanında onun bir de iç dünyası vardır. “Yalnızlık, çaresizlik, korku, keder, hastalık, musibet ve felaketler karşısında insanın yegane teselli kaynağı dindir.” Ayrıca dinî meşguliyetlerin, insanı lüzumsuz ve zararlı endişelerden uzaklaştırdığı, böylece ruhi bunalımlardan koruduğu bilinmektedir. Allah’a itaat etmek; ana babaya ve büyüklere saygı duymak, devlete ve millete bağlılık, küçüklere sevgiyle yaklaşmak gibi ahlaki duyguları geliştirir.

Dindeki ahiret inancı, insana dünyevi ve uhrevi sorumluluk kazandırır. İnsanın ahlaki gelişmesine katkıda bulunur ve ölüm korkusunun insan psikolojisi üzerindeki olumsuz etkisini azaltır. Çünkü ahiret inancı, insanın içindeki ebediyet duygusuna cevap verir. Sıkıntılardan kurtulup ebedî huzura ulaşma, Allah’ın rızasını elde etme düşüncesi insanda yaşama sevincine yol açar, dünyanın ıstıraplarına karşı tahammül gücü verir. Geçici dünya arzuları aslında insan ruhunu tatmin etmediğinden din, ona en ulvi ve manevi hazlar kazandırır. Bir insan, maddi ihtiyaçlarını ne kadar karşılarsa karşılasın, manevi ihtiyaçlarını din duygusuyla tatmin etmemişse iç huzuru yakalaması çok zordur. Beşerî ihtiyaçlarını fazlasıyla karşılayan toplumlarda görülen bunalımlar bunun bir göstergesidir.

İnsanlık âleminin manevi ve zihnî gelişmesinde dinin ne kadar geniş bir etkiye sahip olduğu medeniyet tarihi incelendiğinde hemen göze çarpar. İlahî vahyin peygamberler tarafından telkin ve tebliğ edilmesiyle insanlar birtakım kötü alışkanlıklarından kurtularak daha asil ve daha ulvi fikirlere yükselmişlerdir. Dinin istediği ideal hayatın bu dünyada yaşanması ve bu dünya şartları içinde elde edilmesi gerekir.

Dinin insanoğlunun manevi ve ahlaki yönden gelişmesinde önemli bir yeri vardır. Din; insanı kuralsızlıktan, ilkesizlikten ve başıboşluktan kurtarır. Gerçekte din, kin ve nefret duymayı, intikam almayı ve kan dökmeyi reddeder. Buna karşılık din, sevgi, saygı ve nezaketi telkin eder. Buna rağmen bazı dindarlarda bayağı duygu ve eğilimlerin varlığı o kişilerin, dini anlayamaması veya yanlış anlamasından kaynaklanır.

Toplum hayatının her alanında din kendini gösterir. Mimari, estetik, sanat, edebiyat, kişi ve yer isimlerinde, örf, âdet ve geleneklerde, hukuki, siyasi, sosyal, kültürel, iktisadi ve turistik alanlarda hep dinî motifler, deyim ve anlayışlar göze çarpar. Bu da dinin hayatımızın her alanında yer aldığını gösterir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu