Türk Tarihi

Cumhuriyet’in İlk Yıllarında Ekonomik Anlayış

Osmanlı Devleti, XX. yüzyılın başlarında Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı gibi büyük buhranlardan çıkmıştır. Bu nedenle devletin ekonomisi iyice zayıflamıştı. Mondros Mütarekesi’yle askerî ve siyasi kısıtlamaların yanında, ekonomik kısıtlamalar da yer alınca Osmanlı ekonomisi iyice zor duruma düşmüştür.

Millî Mücadele ise bu kötü şartlar altında başlamış ve bütün olumsuzluklara rağmen başarıya ulaşmıştır. Atatürk, Millî Mücadele’yi bitirdikten sonra ekonomik kalkınmayı sağlayıp millî bir ekonomi modeli oluşturmak için çalışmalar başlatmıştır. Tam bağımsızlığın ekonomik egemenliğin de sağlanmasıyla olacağını düşünen Atatürk bu amaçla yabancıların elindeki işletmeleri millîleştirmek ve bunların sermayelerini millî unsurlara aktararak özel girişimciliği desteklemek istemiştir.

Özel girişimciliği desteklemek ve zengin bir Türkiye oluşturmak amacıyla çeşitli inkılaplar yapan Atatürk, hiçbir siyasi ve ekonomik kısıtlamayı kabul etmemiş, Millî Mücadele’nin kazanılmasından sonra Lozan Antlaşması için İsviçre’ye giden heyete kapitülasyonların taviz verilmeden kaldırılması konusunda özel talimat vermiştir.

Lozan Antlaşması’nın, Millî Mücadele’nin siyasal bir belgesi olması yanında ekonomik bir boyutu da vardır. Lozan Antlaşması’nın ekonomik boyutları; kapitülasyonların kaldırılması, dış borçlar konusunun karara bağlanması, nüfus mübadelesi ve gümrük düzenlemeleri şeklindedir. Lozan Antlaşması’nın 28. Maddesi’yle kapitülasyonlar yani yabancılara tanınan hukuki ve mali ayrıcalıklar kaldırılmış, dış borçların ise Osmanlı topraklarında kurulmuş olan diğer ülkelerle paylaşılması yoluna gidilmiştir. Bu antlaşmanın önemli maddelerinden biri de nüfus mübadelesidir. Mübadele neticesinde nitelikli iş gücünün Anadolu’yu terk etmesi, Cumhuriyet’in ilk yıllarında ekonomiyi olumsuz yönde etkilemiştir.

Lozan Antlaşması’nın Türk ekonomisi üzerindeki en önemli yanı ise; Türkiye, İngiltere, Fransa ve İtalya gibi ülkelerle imzalanan Ticaret Mukavelenamesi (sözleşmesi) olmuştur. Bu mukaveleye göre 1 Eylül 1916 tarihli gümrük tarifesi uygulamasının 1929 yılına kadar geçerli olması kararlaştırılmıştır. Alınan bu kararla yerli üretim ile ithal mallar arasında farklı oranda tüketim vergisi alınması önlenmeye çalışılmış, ancak bu uygulamaya rağmen sanayi üretiminde yeterli rekabet ortamı sağlanamamıştır.

1929 yılına kadar egemen olan bu gümrük tarifesi, dış ticaret göstergelerini de etkilemiştir. 1923-1929 yılları arasında Türkiye’nin ithalatı (dışarıdan mal alımı) ihracatının (dışarıya mal satımının) üzerinde gerçekleşmiştir. Bu dönemde ithalat, ihracattan yılda ortalama %26,8 oranında artarak gerçekleşmiş, ortalama her yıl 43,5 milyon dolarlık dışarıdan mal alımı yapılmıştır. Yurt dışından sanayi ürünleri ile şeker gibi temel tüketim malları ithal edilirken; kuru üzüm, pamuk, incir ve fındık gibi tarım ürünleri de yurt dışına ihraç edilmiştir. Atatürk, ekonominin bağımsız olması gerektiğini; “İstiklâl-i tam (tam bağımsızlık) için millî hâkimiyet, iktisadî hâkimiyet ile sağlamlaştırılmalıdır.” sözleriyle ifade etmiştir. Atatürk’ün millî ekonomi anlayışı içe kapanık bir ekonomi anlayışı değildir. Onun ekonomi anlayışı; uluslararası imkânlardan da faydalanan ve değişime açık olan ekonomik bir anlayıştır. Nitekim Atatürk bir sözünde; “Kanunlara uymak şartıyla, yabancı sermayeye gerekli güvenceyi her zaman vermeye hazırız.” demiştir.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında Türk toplumunun büyük bir kısmı tarımla uğraşıyordu ve tarım o dönemde maalesef ilkel yöntemlerle yapılıyordu. Atatürk, millî ekonomi politikası gereği tarıma önem verilmesi gerektiğini; “Her şeyden önce tarıma ve çiftçiye önem verilecektir. Çünkü halkımızın büyük bir kısmı tarımla uğraşan köylülerdir.” sözleriyle ifade etmiştir. Bu dönemde sanayi ve ticaret büyük ölçüde gayrimüslimlerin elindeydi. Madencilik işleri ise yabancı sermayenin yatırımlarına bağlıydı.

Anadolu’nun gerçek kurtuluşunun ekonomik bağımsızlık ile olacağını düşünen Atatürk, henüz Cumhuriyet ilân edilmeden önce 17 Şubat 1923 tarihinde İzmir İktisat Kongresi’ni toplayarak ekonomik kalkınmanın politikalarını belirlemiştir. Bu kongrede; yerli üretimin teşvik edilmesi, girişimciliğin desteklenmesi ve çalışma özgürlüğü sağlanması kararları alınmış, yasalara uymak kaydı ile yabancı sermayeye de izin verilmesi kararlaştırılmıştır.

Osmanlı Devleti’nden devralınan kapitülasyonlar nedeniyle, denizlerimizde yük ve yolcu taşınması işi ile limanları işletme yetkisinin büyük bir kısmı yabancı şirketlerin elindeydi. 1 Temmuz 1926 tarihinde çıkarılan Kabotaj Kanunu ile bu yetkiler Türklerin eline geçmiş, böylece millî ekonomiye geçişte önemli bir adım daha atılmıştır.

Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki ekonomi politikaları iki evrede incelenir. Birinci evrede liberal bir ekonomik yaklaşım, ikinci evrede ise devletçiliğin daha ağır bastığı bir ekonomik yaklaşım benimsenmiş; yani bir tür karma ekonomik model takip edilmiştir.

Birinci evre olan (1923-1929) liberal ekonomik yaklaşımda, serbest piyasa şartlarında özel girişimciler teşvik edilerek sanayileşme politikaları izlenmiştir. Türkiye’de sermaye birikimini hızlandırmak için bankacılığa önem verilmiş, müteşebbisleri destekleyerek sanayi yatırımlarına kaynak oluşturması için Atatürk’ün isteğiyle 1924 yılında İş Bankası kurulmuştur. Yine bu amaçla 1925 yılında, Türkiye Sanayi ve Maadin Bankası kurulmuştur. 1925 yılında Türkiye’de şeker fabrikası kuracak şirkete, üretim tekeli ve çeşitli ayrıcalıklar verilmiştir. 1927 yılında Teşvik-i Sanayi Kanunu çıkarılarak yatırım yapacaklara çeşitli kolaylıklar sağlanmıştır. Türkiye’de sanayi işletmelerinin sayısı 1915 yılında 568 iken 1927 yılına gelindiğinde bu sayı 65.245 olmuştur. 1923-1929 döneminin ekonomik göstergeleri incelendiğinde sanayi üretim artışının yaklaşık olarak %8, tarımsal üretim artış ortalamasının %16, millî gelirdeki ortalama büyüme hızının da %11 olduğu görülür (Tablo 4.3).

Birinci evrede uygulanan ekonomik politikada yerli sermayenin yeteri kadar güçlü olmayışı, yabancı sermayenin de yeterli ilgiyi göstermemesi üzerine istenilen sonuç elde edilememiştir. 1929 yılında yaşanan Dünya Ekonomik Bunalımı ortaya çıkınca ekonomik politikalarda; “Ferdin yapamayacağı işleri devlet yapar.” şeklinde tanımlanan devletçilik ilkesi uygulanmaya başlamıştır. Bu dönemde korumacı ve devletçi ekonomik politikalar çerçevesinde, “Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu” çıkarılmış ve 30 Haziran 1930 tarihinde Merkez Bankası kurulmuştur.

Atatürk’ün yukarıdaki sözünden de anlaşılacağı gibi Türkiye’nin devletçilik politikasını izlemesinin bir sebebi de 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı’dır. Bu bunalım, ABD’de New York Borsası’nın (Wall Street) çökmesiyle başlamış ve Türkiye’yi de etkilemiştir. Amerika’da başlayan bu bunalım nedeniyle Türkiye’nin dış ticaret hacmi küçülmüş, ithalat ve ihracat değerleri Türkiye aleyhine gelişmiştir. Türk parasının değeri düşmüş, küçük imâlathaneler iflas etmiştir.

Bu krizden kurtulmak için çeşitli tedbirler alınmış, bu amaçla 1929 yılında Millî İktisat ve Tasarruf Cemiyeti kurulmuş, sanayileşmeyi gerçekleştirmek için “Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı” hazırlanmıştır. Halkın tasarruf konusunda bilinçlenmesi için çalışmalar yapılmış, halkı tasarruf konusunda bilinçlendirmek amacıyla da dönemin gazetelerinde tasarrufla ilgili yazılar ve karikatürler yayımlanarak yerli malı kullanımı özendirilmeye çalışılmıştır.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu