Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi

11 Eylül Sonrası ABD Dış Politikası

Dünya tarihinin en önemli terör saldırılarından biri olan 11 Eylül saldırıları, El Kaide tarafından gerçekleştirildi.

El-Kaide üyeleri, kaçırdıkları uçaklarla New York’ta bulunan Dünya Ticaret Merkezi binalarına (İkiz Kuleler) ve Washington’da bulunan ABD Savunma Bakanlığına (Pentagon) aynı anda saldırdı. Bu ana kadar Amerika’yı hedef alan saldırılar ülke dışındaki üslere ve personele yapılıyordu. 11 Eylül saldırılarının ABD’nin merkezine yapılması, terörist grupların ABD’yi doğrudan vurma gücüne sahip olduğunu gösterdi. Saldırılar sonrası ABD, terörizme karşı savaş adı altında daha saldırgan bir dış politikaya yöneldi. Terör örgütleri ve onlara destek olan haydut rejimlere karşı önleyici saldırı yöntemini kullanmaya başladı. 11 Eylül saldırıları sonrası Afganistan ve Irak işgali, ABD’nin küresel gücünü pekiştirmeye yönelik adımlar attığını ortaya koydu. ABD, 11 Eylül sonrası yaptıklarıyla dünyanın yaşadığı sorunların temel kaynağı hâline geldi. Bush yönetiminin uluslararası olaylara bakışı “ya bizimlesiniz ya da karşımızda” şeklinde oldu. ABD ve müttefikleri, Orta Doğu’da terörizmi ortadan kaldırmak ve demokrasiyi geliştirmek amacıyla başlattıkları mücadelede tarafsız kalmaya çalışanlara izin vermediler.

ABD Başkanı Bush, ABD’nin dokunulmazlık ve yenilmezlik efsanesini sarsıntıya uğratan bu saldırılarla yaşadığı prestij kaybını telafi etmek için güvenlik politikalarında değişikliğe gitmiştir. Başkan Bush, 1 Haziran 2002’de Birleşik Devletler Askerî Akademisinde (West Point) yaptığı bir konuşmada “Terörle savaş savunmayla kazanılmayacaktır. Savaş alanını düşmanın bölgesine götürmeli, onların planlarını bozmalı ve onlardan kaynaklanacak tehditleri ortaya çıkmalarına fırsat bırakmadan etkisiz hâle getirmeliyiz. Günümüz dünyasında güvenliğe giden tek yol, eylemden geçmektedir.” demiştir. Dış politikada askerî unsurları merkeze alan ve “Bush Doktrini” olarak tanımlanan bu yaklaşımda düşman kavramının belirsiz olması, ABD’ye istediği hedefi vurma imkânını vermiştir.

ABD, 11 Eylül saldırılarını gerçekleştirdiği gerekçesiyle Taliban’dan Afganistan’da bulunan El Kaide lideri Usame Bin Ladin’in teslimini istedi. Taliban’ın Bin Ladin’i teslim etmemesi üzerine ABD ve İngiltere ordusuna ait savaş uçakları, 7 Ekim 2001’de Taliban ve El Kaide hedeflerini bombaladı. ABD, Afganistan’daki Taliban ve El Kaide karşıtı grupları kullanarak karadan da müdahalede bulundu. 13 Kasım 2001’de başkent Kabil’e girdi. ABD, Afganistan’ın işgali sürecinde ulusal ve uluslararası alanda kendisini terör mağduru göstererek koşulları lehine çevirmiştir. Irak’ın işgaline giden süreçte de benzer bir durum yaşanmıştır.

Pakistan, 11 Eylül saldırıları sonrası terörle savaşta ABD’nin yanında yer aldığını ve ABD’nin müttefiki olduğunu bildirmiştir. Ancak yaşanan gelişmeler ve Bin Ladin’in Pakistan’da öldürülmesi, bu desteği kuşkulu hâle getirmiştir. ABD’nin Afganistan’ı işgalinin öncesinde ve işgal sırasında Afganlı yetkililer, terörün kaynağının kendileri değil Pakistan olduğunu ifade etmiştir. ABD ise sorunun Pakistan ve Afganistan kaynaklı olduğunu düşünerek Afganistan’ı işgal edip Pakistan’a hava saldırıları düzenlemiştir. Yapılan bu hava saldırıları ve operasyonlar, bu ülkelerdeki radikal grupların yayılma alanlarını genişletmiştir.

ABD, Güney Sudan’ın bağımsızlığında hem devlet hem de sivil toplum düzeyinde önemli rol oynayarak bu ülkenin bağımsızlığının garantörlüğünü üstlenmiştir. Özellikle basın kuruluşları, Güney Sudan’ın bağımsız olması hâlinde petrol gelirlerinden daha fazla faydalanacağı ve kalkınmış müreffeh bir ülke hâline geleceği yönünde haberler yapmıştır. Amerika, bir yandan güneydeki ayrılıkçı gruplara destek verirken bir yandan da diplomatik gücünü kullanarak Sudan yönetimine referandum yapması için baskı uygulamıştır. Referandum sonucunda 9 Temmuz 2011’de Güney Sudan bağımsızlığını ilan etmiştir. Amerikan basınının Güney Sudan’ın bağımsızlığı için ortaya koyduğu hedefler, 2011 sonrası başlayan iç savaş nedeniyle gerçekleşmemiştir. Güney Sudan, demokratik bir ülke olmak yerine çatışmaların daha çok yaşandığı ve insani krizlerle dolu bir ülke hâline gelmiştir. Amerika’nın Bush ve Obama dönemlerinde daha belirgin hâle gelen Sudan siyasetinin temelinde; Güney Sudan’daki petrol rezervlerine sahip olma, bölgede artan Çin etkisini kırma ve Etiyopya, Kenya, Uganda gibi bölgesel ortaklarla iş birliği yapacak yeni bir devlet kurma düşüncesi yatmaktadır.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu