Uygarlığın Doğuşu

Tarih Bilimi ve Uygarlığın Doğuşu

KAVRAM BİLGİSİ:

Çağ: Siyasi, sosyal, ekonomik açıdan benzer özellikler taşıyan, insan yaşamında birçok değişikliklere ve yeniliklere yol açan önemli bir olayla başlayıp yine önemli bir olayla biten zaman dilimlerine çağ denir. Taş Çağı, Maden Çağı, Ilk Çağ, Orta Çağ, Yeni Çağ, Yakın Çağ gibi.

Höyük: Tarih boyunca çeşitli nedenlerle yıkılan yerleşme bölgelerinde, yıkıntıların üst üste birikmesiyle oluşan ve çoğu kez içinde yapı kalıntılarının gömülü bulunduğu yayvan tepe. İnsanlık tarihinde yazının bulunmasından önceki dönem tarih öncesi devir olarak tanımlanmıştır. “Tarih, yazıyla başlar.” sözü de bu doğrultudadır.

TARİH ÖNCESİ DEVİRLER:

İnsanoğlunun yeryüzünde görülmesiyle başlayıp, yazının icadına kadar geçen dönemdir. Bu dönem kendi içerisinde kullanılan araç gereçlerin niteliğine göre Taş devri ve Maden Devri olarak ikiye ayrılır.

1-TAŞDEVRİ:(M.Ö.600.000 – M.Ö. 5.000)

a) Eski Taş – Paleolitik devri ( M.Ö. 600.000  – M.Ö. 10.000)

  • İnsanlık tarihinin en uzun devresidir.
  • Bu devri yaşayan insan toplulukları ilkel bir göçebe hayat sürmüşlerdir.
  • Ağaç kovuklarında, mağaralarda ve nehir yataklarında yaşamışlardır. İnsanlar tabiatta hazır bulduklarıyla, avcılık ve balıkçılıkla geçinmişlerdir(avcı ve toplayıcı).
  • İnsanlar bu dönemin başlarında doğada bulunan taş, kemik ve ağaç gibi malzemeleri doğal halleriyle işlemeden kullanmışlardır. Ancak zamanla taşı yontarak daha kullanışlı araç gereçler yapmaya başlamışlardır. Bu dönemde görülen en yaygın aletler çakmak taşı, kemik ve ağaçlardan yapılan kesici ve delici silahlardır.
  • Bu dönemde yaşayan insanlar mağara duvarlarına duygu ve düşüncelerini anlatan çeşitli resimler yapmışlardır.
  • Antalya’da Karain, Beldibi ve Belbaşı mağaraları, İstanbul’da Yarımburgaz Mağarası Anadolu’da bu döneme ait önemli merkezlerdir. Yarımburgaz Mağarası Türkiye’de bilinen en eski yerleşim yeridir.
  • Dünyada Paleolitik Döneme ait ilk izlere İspanya’daki Altamira, Fransa’da Laskö mağaralarında rastlanmıştır.

b) Orta Taş (Yontma Taş) – Mezolitik devri : (M.Ö. 10.000 – M.Ö. 8.000)

  • Mezolitik Devir Eski Taş Devri ile Yeni Taş Devri arasında bir geçiş dönemidir.
  • Paleolitik Devir’in sonlarında buzulların erimesiyle iklim koşulları insanların yaşayışına uygun hale gelmeye başlamıştır. İnsanlar geçimlerini avcılık ve toplayıcılık yaparak sürdürmüşlerdir. Ancak beslenme çeşitlenmiş, bitkilerle beslenme yaygınlaşmıştır. Bu gelişmeler tarımsal faaliyetlerin başlamasına uygun bir ortam hazırlamıştır.
  • Mezolitik Dönem’de çakmak taşından yapılmış, (mikrolit) günlük yaşamda kullanılmaya yönelik küçük araç gereçler yapılmıştır.
  • Bu dönemin sonlarında ateş bulunmuştur. İnsanlar bu sayede soğuktan ve vahşi hayvan saldırılarından korunma, mağaraları aydınlatma, yiyecekleri pişirme olanağı elde edilmiştir. Bu durum ateşin, insanların yaşam koşullarının iyileşmesine katkı sağladığını göstermektedir.

Uyarı: Cilalı Taş Dönemi’nde toprak pişirilerek seramik kaplar yapılmış, Maden Devri’nde ise çeşitli madenler yüksek ısıda eritilerek işlenmiştir. Bu durum, ateşin kullanılmasının uygarlığın gelişmesine katkıda bulunduğunu gösterir.

  • Klan adı verilen kan bağına bağlı ilk insan toplulukları da bu dönemde oluşmuştur.
  • Orta Asya’da Mezolotik Çağ’a ait en eski yerleşim yeri Tacikistan’da Ceyhun Nehri’nin yukarı kısmındaki Kuldara bölgesidir. Türkiye’de bu dönemi aydınlatan bazı merkezler ise Antalya’da Beldibi, Ankara’da Macunçay, Göller yöresinde Baradiz, Samsun’da Tekkeköy mağaralarıdır.

c)- Yeni Taş (Cilalı Taş) – Neolitik devri : (M.Ö. 8.000 – M.Ö. 5.500)

  • Bu dönemde toprak işlenerek tarım hayatı başlamış ve köyler kurularak yerleşik hayata geçilmiştir.
  • Köpek, koyun, keçi ve sığır gibi hayvanlar bu dönemde evcilleştirilmiştir.
  • Ateşte pişmiş toprak kap, kacak, çanak ve çömlekler  seramik sanatının ilk örnekleri oldu.
  • Bu dönemin sonlarına doğru dokumacılıkta başladı. Bitki liflerinden insanlar elbise yapmaya başladılar.
  • Menhir, Dolmen, Tümülüs gibi ilk anıt mezarlar da bu dönemde yapılmıştır.

Uyarı:Cilalı Taş Devri’nde yerleşik hayata geçilmesi; toplumsal yaşantının gelişmesine, insanlar arasındaki ilişkileri düzenleyen kuralların konulmasına, mülkiyet kavramının ortaya çıkmasına, çeşitli mesleklerin oluşmasına ortam hazırlamıştır.

Yeni Taş Çağı’na önce Mezopotamya, Anadolu, İran, Suriye çevresinde girilmiştir. Ülkemizde bulunan Diyarbakır’da Çayönü, Gaziantep’de Sakçagözü, Konya’da Çatalhöyük önemli merkezlerdir.

2-MADEN DEVRİ: (M.Ö. 5.000 – M.Ö. 3.500)

Taş devrinin sonlarına doğru ateşinde yardımıyla maden keşfedilmiştir.

a-Bakır (Kalkolitik) devri: İlk kullanılan maden bakırdır. İnsanlar bakırdan silah, kap, kacak yapımında yararlandılar. Özellikle bu madenin dayanıksız olması yaygın olarak kullanılmasını engellemiştir. Maden Devri’nde ilk defa işlenen ve kullanılan madenler bakırın yanında altın ve gümüştür.  İnsanlar silah ve ev eşyası yapımında bakır kullandılar. Süs ve takı yapımında ise altın ve gümüş kullandılar.

b-Tunç devri: Tunç; bakır ile kalayın karıştırılması ile elde edilen bakırdan daha sert bir madendir. Tarım ve savaş aletlerinin yapımında kullanılmıştır. Bu dönem Şehir Devletlerinin kurulmaya başlandığı ve ilk büyük devletlerin ortaya çıktığı dönemdir.  Devletler arası ticari ilişkilerde başlamıştır.

c-Demir devri: Demirin kullanılmaya başlanması insanlık tarihinin ilk en önemli buluşu sayılır. Doğada bol bulunmasının yanında kolayca işlenen demir, medeniyetin gelişmesine katkıda bulunmuştur. Madeni parada ilk kez bu dönemde kullanılmıştır, bu da ticareti canlandırmıştır. Demir devrinde küçük şehir devletlerinin yerine büyük devletler kurulmaya başlanmıştır. Bu devrin sonuna doğru yazının bulunması ile tarihi devirlere geçilmiştir.

ANADOLU’NUN (TÜRKİYE’NİN) TARİH ÖNCESİ DEVİRLERİNİ AYDINLATAN MERKEZLER

1-KARAİN MAĞARASI  : Antalya’dadır. Yontma taş devrine ait ev ve av eşyaları bulunmuştur. Bu mağaranın en önemli özelliği Anadolu’da ki ilk insan izlerinin burada bulunmasıdır.

2-BELDİBİ MAĞARASI :Antalya’dadır. Eski taş ve yontma taş devrine ait eşyalar bulunmuştur. Bulgular bu devir insanlarının geçimlerini avcılık ve bitki toplayıcılığı ile sağladıklarını ortaya koymuştur.

3-ÇAYÖNÜ :Diyarbakır’ın Ergani ilçesindedir. Cilalı taş devrine ait ilk yerleşim yeridir. Türkiye’de ilk çiftçiliği başlatanlar bunlardır. Buğday üretmişlerdir. Çayönü, Türkiye ve Güneydoğu Avrupa’da Cilalı Taş Devri’nde kurulan ilk köy yerleşim yeridir. Burada oturanlar Türkiye’nin ilk çiftçileridir.

4-ÇATALHÖYÜK :Konya’nın Çumra ilçesi yakınlarındadır. Cilalı taş devrine aittir. Burası insanlık tarihinin ilk şehir yerleşmesi kabul edilir. Çatalhöyük’te tarımın yanı sıra, ticaret ve sanayi de gelişmiştir. Maden işçiliği, dokumacılık, Çanak ve çömlek yapımını gösteren kalıntılar bu yargıyı doğrulamaktadır. Konya yöresinde bakır ve kurşun madenleri bulunmamasına rağmen, Çatalhöyük’te bu madenlerden yapılmış boncuk ve yüzük gibi takılara rastlanması da başka toplumlarla ticaret yaptıklarını göstermektedir.

5-HACILAR :Burdur’dadır. Cilalı taş devrine aittir. Şehrin etrafını surlarla çevirerek, düşman saldırısına karşı sur yapımının ilk örneklerini vermişlerdir. Hacılar’da, Çatalhöyük’ten farklı olarak evlerin arasında sokakların bulunması kent yapısının gelişmeye başladığını göstermektedir.

6-TRUVA :Çanakkale İntepe bucağındadır. 9 aynı kültür kalıntılarına rastlanmıştır. Homeros’un ilyada adlı destanında anlatılan Truva Savaşları yedinci şehir döneminde olmuştur. Truva’da yaşayanların çiftçilik, hayvancılık ve balıkçılıkla uğraştıkları ortaya çıkarılmıştır. Ege Bölgesi’nde bulunan eşyaların Truva’dakilere benzemesi, Truva kültürünün bütün bölgeye yayıldığını göstermektedir.

7-ALİŞAR :Yozgat’tadır. 7 ayrı kültür kalıntılarına rastlanmıştır. Kalıntılardan madeni eşya, çanak – çömlek ve seramikçiliğin geliştiği anlaşılmaktadır.

8-ALACAHÖYÜK :Çorum’un Alaca ilçesindedir.  4 ayrı kültür kalıntılarına rastlanmıştır. Altın, gümüş ve bakırdan güneş figürleri ileri medeniyet olduklarını göstermektedir. Alacahöyük’te bulunan ve M.Ö. 2500 yıllarına ait olan kılıç, dünyanın en eski kılıcı olarak bilinmekteyken 1996 yılında Malatya yakınlarındaki Aslantepe’de M.Ö. 3300 – 3000 yıllarına ait, üzerleri işlemeli kılıçlar bulunmuştur. Bu durum, yeni belgelerin ortaya çıkmasıyla tarihin yeniden değerlendirilmesi gerektiğini göstermektedir.
Anadoluda ki diğer eski yerleşim yerleri: Adıyaman-Palanlı Mağarası, Hatay(Samandağı)-Mağaracık Mağarası, Ankara-Macunçay Mağarası, Samsun-Tekkeköy Mağarası, Gaziantep-Sakçagözü, Konya-Canhasan, Denizli-Beyce Sultan, Samsun İkiztepe, Van-Tilkitepe, Konya-İvriz

Tarih öncesi dönemlerin genel Özellikleri:

  1. İnsanlar sırasıyla taş, toprak ve madenden eşya ve aletler yapmışlardır.
  2. Tarih öncesi dönemleri bütün toplumlar aynı anda veya aynı sıralamayı takip ederek yaşamamışlardır.
  3. Bu dönemlerin birbirinden ayrılmasında insanların kullandıkları araç ve gereçlerin nitelikleri esas alınmıştır.
  4. Göçler ve savaşlar sonucunda bazı toplumlar birkaç tarih öncesi dönemi aynı anda yaşamışlardır.
  5. Bu dönemlerin uzun sürmesinin en önemli nedenlerinden biri de bilgi akışı ve iletişim imkânlarının yetersiz olması
  6. Yazı kullanılmadığından bu devirlerin tam olarak aydınlatılması mümkün olamamıştır. Yalnızca,  o dönemde yaşamış insan topluluklarının bıraktığı kalıntılardan yararlanılarak bilgi edinilebilmiştir.

TARİHİ DEVİRLER: (Tarih Çağları)

M.Ö. 3.500’de Sümerlerin çivi yazısını bulmasıyla başlayıp, günümüze kadar devam eden dönemdir.  Tarihin çağlara ayrılmasında insanlık tarihini etkileyen ve günümüz uygarlığının oluşmasına ortam hazırlayan önemli siyasal ve toplumsal olaylar temel alınmıştır. Tarihin çağlara ayrılmasının amacı geçmişte yaşanan gelişmelerin incelenmesini ve öğretimini kolaylaştırmaktır.
Çağ ayırımında tarihçiler farklı olayları esas almışlardır. Bu durum her toplumun ulusal tarih anlayışı ve tarihi değerlendirme yaklaşımıyla açıklanabilir. Tarih çağlarının süresi geçmişten günümüze yaklaştıkça kısalmaktadır. Bu durum toplumlar arası etkileşimin giderek artması ve teknolojik gelişmelerin insan topluluklarını etkilemesiyle açıklanabilir.

Tarihi Çağlar

  1. ESKİ (İlk) ÇAĞ               MÖ. 3500-MS375
  2. ORTA ÇAĞ                      375-1453
  3. YENİ ÇAĞ                       1453-1789
  4. YAKIN ÇAĞ                    1789-……

2.KONU İLK ÇAĞ UYGARLIKLARI

1-KÜLTÜR VE UYGARLIK

Kültür, bir millete ait maddi ve manevi değerlerin bütünüdür.
Bu değerler göç, savaş, ticaret gibi yollarla dünyanın farklı bölgelerine taşınmış ve kültürler arası etkileşim meydana gelmiştir. Bunun sonucunda Uygarlık denilen milletlerarası ortak değerler oluşmuştur.

Uygarlık, medeniyet;, binlerce yıl devam eden gelişmeler sonunda, insan aklının, bilim ve teknolojisinin katkısı ile ortaya çıkan ve tüm insanlığın eseri ve malı olan  ortak değerlerdir. Anadolu, Mezopotamya, Mısır, İran, Çin, ve Hindistan önemli uygarlıkların kurulduğu bölgelerdir.

2-MEZOPOTAMYA UYGARLIĞI

Mezopotamya; İki nehir arası anlamına gelir. Eski çağlarda Dicle ile Fırat nehirleri arasında kalan bölgeye MEZOPOTAMYA denirdi. Bu iki nehrin Anadolu’dan birbirlerine çok yaklaştıkları yere kadar olan bölümüne Yukarı Mezopotamya, buradan Basra Körfezine kadar olan bölüme de Aşağı Mezopotamya denir.
Bölgede taş az olduğundan tarihi yapılar genellikle topraktan yapılmıştır. Bu nedenle geçmişten günümüze çok az tarihi eser kalmıştır.

1-Sümerler (MÖ.4000 – MÖ.2350)

Mezopotamya tarihi Asya kökenli olan Sümerlerle başlamıştır. Sümerler Ur, Uruk, Lagaş, Urnamu ve Kiş gibi site devletleri halinde yaşarlardı. Sümerlerin “Site” denilen şehir devletlerinin başında Ensi ve Patesi denilen rahipler bulunurdu. Krallar, hem başyargıç, hem de başkomutandı. Ensi birkaç siteyi yönetimi altına alırsa Lugal, bütün Sümer ülkesine hakim olursa Lugal-Kalma denirdi. Ayrıca yönetimde danışma meclisleri de vardı. Sümer şehir devletleri arasında sık sık savaşlar yaşanmaktaydı.

Bu durum;

  1. Siyasal birliğin kurulmasını, Sümerlerin güçlü ve büyük bir imparatorluk olmasını engellemiştir.
  2. Sümer şehir devletlerinin dışarıdan gelen saldırılar karşısında zor durumda kalmasına neden olmuştur.

Sümerlerin önemli özellikleri şunlardır:
-Sümerler tarihte ilk yazıyı kullanan uygarlıktır (M.Ö. 3200’ler).

Uyarı:

Sümerlerin yazıyı kullanmaya başlamaları;

  1. Tarih çağlarının başlamasını sağlamıştır.
  2. Bilgi birikimini ve aktarımını kolaylaştırmıştır.
  3. Yönetim, ticaret ve hukuk alanlarında bazı işlerin kolaylaştırılmasını sağlamıştır.
  4. Eğitim ve öğretim faaliyetlerini kolaylaştırmıştır.

– Sümerlerin dili Asya kökenlidir. Sümer dilinde Türkçe’ye benzeyen birçok kelimeye rastlanmıştır. Yazı ile birlikte Mezopotamya’da edebiyat gelişmiştir. Mezopotamya edebiyatına ait eserler genellikle dini konuludur. Sümerlerin Gılgamış, Tufan ve Yaradılış destanları meşhurdur.

-Sümerlerde rahipler devlet yönetimini ele geçirerek halkı soymaya başlamışlardı. Bu gelişme üzerine halk ayaklanmış ve ayaklanmayı  yöneten Urukagina iktidarı ele geçirerek rahiplerin yönetimine (teokratik yönetime) son vermiştir.

Kavram Bilgisi:

Teokrasi: Tanrı adına hüküm sürdüğünü iddia eden devlet şeklidir. Teokratik devletlerde yönetim dini kurallara göre düzenlenir ve din adamları devlet yönetiminde söz sahibidir. İlk Çağda ve Orta Çağda kralların büyük bir kısmı egemenliklerini güçlendirebilmek için Tanrı tarafından görevlendirildiklerini iddia etmişlerdir. Bu yönetim şekli din adamlarının toplum üzerindeki etkinliğini artırıcı niteliktedir.

– Mezopotamya’da topraklar tanrıların malı sayılıyor, rahiplerin gözetiminde işletiliyor, ürünün büyük bölümü tapınaklara veriliyordu. Urukagina reformlarından sonra özel mülkiyet görülmeye başlamıştır.

– Tarihte bilinen ilk yazılı kanunlar Sümerlerin Lagaş Kralı Urukagina tarafından yapılmıştır (MÖ 2375).

Uyarı:

Sümerlerin yazılı kanunlar yapması,

-Aynı suçları işleyenlere farklı cezalar verilmesini engellemiştir.

-Toplumda adaletin sağlanmasını kolaylaştırmıştır.

-Hukuk anlayışının gelişmesini sağlamıştır.

– Zengin ve uygarlık alanında ileri olan Sümer ülkesi, sık sık istilaya uğruyordu. Bu nedenle Mezopotamya uygarlıkları ordu ve askerliğe önem vermişlerdir. Zengin oldukları için sürekli saldırıya uğrayan Sümerlerde her erkek askerdi.
– Sümerler aritmetik ve geometrinin temellerini atmışlardır. Alan, hacim, uzunluk ve ağırlık ölçülerini kullanıyorlardı. Astronomide çok önemli buluşlar gerçekleştirmişlerdir. Zigguratların en üst katını rasathane olarak kullanan Sümerler, ayı 30, yılı 360 güne böldüler, ay ve güneş tutulmalarını hesapladılar. Bu durum Sümerlerin astronomi alanındaki gelişmişliklerine kanıt olarak gösterilebilir.

Uyarı:

1-Zigguratlar yedi katlı olup son katında rahipler gökyüzünü incelerken, orta katlar ibadete ayrılmış, alt katlar da tahıl ambar olarak kullanılmıştır. Yüksek olmasının nedeni Tanrıya yakın olma isteğidir.

2-Sümer medeniyeti, Mezopotamya’da kurulan diğer devletler tarafından devam ettirilmiştir. Mezopotamya uygarlıklarının sınırlarını Anadolu’ya kadar genişletmeleri iki bölgede kurulan medeniyetlerin birbirleriyle etkileşimine ortam hazırlamıştır.

2-Akadlılar (MÖ.4000 – MÖ.2100)

-Akadlar, Arap yarımadasından Mezopotamya’ya ilk gelen Sami kökenli kavimdir. Akadlılar, Sümer egemenliğine son vererek başkenti Agade olan Akad Krallığı’nı kurdular (MÖ. 2350).

-İlk düzenli orduyu kuran Akadlılar, kısa sürede Mezopotamya’ya egemen oldular ve sınırlarını Doğu Anadolu’ya kadar genişlettiler. Akadlılar, Fırat nehri boyların tarihte bilinen ilk imparatorluğu kurdular. Sümer kültürünün etkisinde kalan Akadlılar, bu kültürü Ön Asya’ya yaydılar.

-Akad İmparatorluğu, Kral Sargon’un ölümünden sonra zayıflamış ve yeniden güçlenen Sümerliler tarafından yıkılmıştır (M.Ö. 2100).

Uyarı:

Mezopotamya’da Sümerce ve Sami dilleri (Akadca, Aramice) kullanılmıştır. Anadolu uygarlıklarından Hititler ve bölgedeki uygarlıklar farklı dilleri konuşmalarına rağmen, resmi yazışmalarda Akadca ve Aramca’yı kullanmışlardır. Bu durum Akadlıların siyasal ve diplomatik alanda güçlü olduğunu göstermektedir.

3-Elamlılar (MÖ.3000 – MÖ.600)

  • Mezopotamya’nın güney doğusunda kuruldular.
  • Başkentleri Sus’tu. Sümer kültürünü devam ettirmişlerdir.
  • Çanak, çömlek ve seramik yapımında ilerlemişlerdir.
  • Mezopotamya medeniyetleri arasında en zayıfı olan Elamlılar,  Asurlular tarafından yıkıldılar.

4-Babilliler – Amurrular (MÖ.2000 – MÖ.539)

-Arabistan’dan gelen Babilliler Babil başkent olmak üzere devlet kurdular.
– Ünlü kralları Hammurabi zamanında büyük bir devlet oldular. Birinci Babil devleti Hititler tarafından yıkılmış (M.Ö. 1800), ancak bir süre sonra yeniden bağımsız bir devlet kurmuşlardır (M.Ö. 612). II. Babil Devletine Persler son vermişlerdir (M.Ö. 539).
-Babil kralı Hammurabi, Sümerlerden beri devam eden rahip kral anlayışını terk ederek gücünü ordudan alan bir yönetim kurmuştur. Böylece mutlak monarşi rejiminin temeli atılmıştır.

Kavram Bilgisi:

Mutlakiyet (Mutlak Monarşi): Kralların devlet yönetimine tek başına egemen olduğu rejimdir. Siyasi gücü elinde tutan kişi, kimseye karşı sorumlu değildir. Bütün yetkiler kralın elinde toplanmıştır. Bu yönetim biçiminde merkezi otorite çok güçlüdür. Bu yönetim modeli ilk kez Babil kralı Hammurabi tarafından kurulmuştur.

-Hammurabi, Mezopotamya’da Sümerlerden itibaren var olan kanunları bir araya getirerek tarihte ilk anayasa olarak kabul edilen Hammurabi Kanunları’nı yapmıştır. Sümer kanunlarına göre daha sert olan bu kanunlar, kısas usulüne göre düzenlenmiştir.
Uyarı:

Sümer kanunları, bir şehir devletindeki toplumsal hayatı düzenlemeye yönelikti. Hammurabi kanunları ise imparatorluğun bütününde geçerli olduğundan Sümer kanunlarına göre daha geniş kapsamlıdır.

Babilliler sanata büyük önem vermişlerdir. Dünyanın yedi harikasından biri sayılan Babil Asma Bahçeleri ve dünyanın en büyük zigguratı olan Babil Kulesi en önemli eserleridir.
5-Asurlular (MÖ.2100 – MÖ.625)
-Mezopotamyaya gelen son Sami (Arap)  kökenli kavimdir. Yukarı Mezopotamya, İran’ın batısı ve Anadolu’nun güneyi Asur ülkesidir. Başkentleri Ninova idi. Asurlular tarihte bilinen ilk kütüphaneyi de burada Ninova’da kurdular.
-Asurlular en güçlü oldukları dönemlerde İran, Mısır ve Kıbrıs’ı ele geçirmişlerdir. Asurlular, kendilerine karşı birleşen Medler ve Babil saldırıları sonucunda yıkılmışlardır (M.Ö.625).
-Asurlular, tüccar bir kavim olarak bilinmektedir. Asurlular, MÖ. 2000 yıllarında Anadolu’da ticaret kolonileri kurarak ticareti geliştirmişlerdir. Kayseri yöresindeki Kültepe’de ticaretle ilgili Asurca birçok tablet bulunmuştur. Asurlular Anadolu’nun yazı ile tanışmasını sağlamışlardır. Asurluların Anadolu ile yaptıkları ticaret faaliyetleri iki bölge arasında kültürel etkileşime de olanak sağlamıştır.
3-ORTA ASYA UYGARLIĞI
Orta Asya’da yapılan kazılarda Anav, Afanesyevo, Andronova, Karasuk, Abakan, Tagar kültürleri ortaya çıkarılmıştır.
Tarihi MÖ 5000 yıllarına kadar uzanan bu kültürler Orta Asya’da kurulan Türk devletlerini birçok yönden etkilemiştir.
ANAV KÜLTÜRÜ (MÖ 4500 – MÖ 1000)
Batı Türkistan’da Aşkabat yakınlarında yapılan kazılarda ortaya çıkarılmış en eski kültürdür. Yerleşik hayat yaşanan bu kültür merkezinde tarım, dokumacılık gelişmiş, topraktan ve bakırdan eşyalar yapılmıştır.
AFANESYEVO KÜLTÜRÜ (MÖ 3000 – MÖ 1700)
Altay – Sayan dağlarının kuzey batısında yapılan kazılarda ortaya çıkarılmıştır. Türklerin en eski kültürüdür. Bu kültür merkezinde taş, kemik ve bakırdan yapılmış eşyalar bulunmuştur.
ANDRONOVA KÜLTÜRÜ (MÖ 1700- MÖ 1200)
Hazar Denizi’nin kuzeydoğusundan Ural Dağları’na kadar uzanan bölgede en geniş yayılma alanına sahip kültürdür. Tunçtan ve altından yapılmış eşyalar ilk defa bu kültür bölgesinde bulunmuştur.
KARASUK KÜLTÜRÜ (MÖ 1200 – MÖ 700)
Yenisey lrmağı’nın bir kolu olan Karasuk Nehri kenarında oluşturulmuştur. Orta Asya uygarlığında demir ilk kez bu
kültürde işlenmiştir.
TAGAR KÜLTÜRÜ (MÖ 700 – MÖ 100)
En gelişmiş Orta Asya kültürüdür. Abakan bölgesinde yapılan kazılarda Tagar kültürüne ait ok uçları, iğne, bilezik, küpe, tarak vb. eşyalar bulunmuştur.
İSKİTLER
İskitler, MÖ Vll ile MÖ Il. yüzyıllar arasında Orta Asya ve Karadeniz’in kuzeyinde önemli bir uygarlık kurmuşlardır. Bu bölgelerde yapılan kazılarda ortaya çıkarılan kalıntılar İskitlerin, Türk kökenli olduklarını ortaya koymuştur.
İskitler  Anadolu’ya ilk akın yapan Türk topluluğudur. Kafkaslar üzerinden Anadolu’ya giren İskitler Anadolu’nun doğusunu hakimiyet altına aldılar. Savaşçı bir topluluk olan İskitler, Kafkasya üzerinden Anadolu’ya seferler yapan Medlerle birleşerek Urartu Devleti’ni yıkmış, Suriye’yi geçerek Mısır’a kadar ilerlemişlerdir.
İskit – Pers savaşları İskitlerin Alp Er Tunga, İranlıların da Şehname destanlarına konu olmuştur. Konargöçer bir yaşam tarzını benimseyen İskitler çadır şekline getirilmiş arabalar içinde yaşamış, hayvancılıkla uğraşmışlardır.
Altın, gümüş işçiliğinde usta olan İskitler, bozkırların kuyumcuları olarak tanımlanmışlardır. Bozkır hayvan üslubunu yansıtan eşyaları altın ve gümüşle işlemişlerdir. Eşyalarında at, geyik, kuş motifleri ağırlıktadır. Bu durum İskit sanatında, hayvan üslubunun önemli yer tuttuğunu gösterir.
İskitler Gök Tanrı dinine inanmışlardır.
4-MISIR UYGARLIĞI
Kuzey Afrika’da Nil Nehri ve etrafında kurulmuş olan bir medeniyettir. Etrafının çöl ve denizlerle kaplı olması, diğer medeniyetlerle etkileşiminin daha az olmasına sebep olmuştur.  Bu yüzden mısır medeniyeti kendine özgü bir medeniyettir. Mısır, coğrafi konumu gereği istilalara fazla uğramadığı için Mısır’da tarihi gelişim sırasıyla yaşanmıştır.
Eskiçağ Mısır tarihi; eski, orta ve yeni krallık olmak üzere üçe ayrılır. İlk yazılı anlaşma olan Kadeş anlaşması (MÖ.1280) yeni krallık döneminde yapılmıştır. Mısır önce Perslerin(MÖ.525), daha sonra da Büyük İskender’in istilasına uğramıştır.
Yönetim
Mısır’da ilk olarak nom adı verilen şehir devletleri bulunuyordu.  Mısır’da devletin başında firavun adı verilen krallar bulunuyordu. Firavunlar devletin mutlak hâkimiydi. Kendilerini tanrının oğlu olarak adlandırıyorlardı. Bu nedenle emirleri tanrı buyruğu gibi algılanarak yerine getirilirdi. Mısır’da kralın yanında asil ailelerden seçilen kalabalık bir bürokrat sınıfı bulunur ve devlet işlerinin yürütülmesinde krala yardımcı olurlardı.
Ordu
Zengin bir ülke olan Mısır’da önceleri savunma amacıyla, sonraki dönemlerde ise sınırları genişletme amacıyla güçlü orduların kurulmasına önem verilmiştir. Mısır ordusunun büyük bölümü yayalardan oluşuyordu. Firavun’a bağlı askerlere maaş ödeniyor, eyaletlerdeki askerler ise kendilerine verilen toprak gelirleriyle geçiniyordu.
Hukuk
Firavunlar, bütün insanların üstünde bir varlık olarak dini ve siyasi gücü kendilerinde toplamış, emirleri tanrı buyruğu olarak kabul edilmişti. Eski Mısır’da, kanunlar yapılmış, mahkemeler açılmışsa da Mısır hukuku, Anadolu ve Mezopotamya hukukları kadar gelişmemiştir. Mısır’da davalara bakan en yüksek mahkemeye “Altı Büyük Ev” denirdi.
Uyarı: Mısır’da hukukun gelişmemesinde firavunların sonsuz yetkilere sahip olmalarının etkili olduğu söylenebilir.
Din ve İnanış
Mısır’da çok tanrılı (politeist) bir inanış sistemi vardı. En önemli tanrıları arasında; güneş tanrısı Amon-Ra ve Nil tanrısı Öziris sayılabilir. IV. Amenofis, tek tanrılı bir inanış yaymaya çalıştıysa da başarılı olamamıştır.
Mısırlılar öldükten sonra dirilmeye inanmışlar ve bu nedenle ölülerin bazı eşyalarını mezarlarına koymuşlardır. Bu mezarlardan en muhteşemleri firavunlar için yapılan piramitlerdir. Mısırlılar ölen kişilerin cesetlerinin çürümemesi için ölülerini mumyalamışlardır. Bu durum, mumyacılık ve insan vücudunun yakından tanınmasına paralel olarak tıp biliminin gelişmesini sağlamıştır.
Sosyal ve Ekonomik Hayat
Mısır’da halk katipler, rahipler, askerler, şehirliler, zanaatkarlar, köylüler ve köleler olarak ayrılmıştır. Krallar, köleleri genellikle tarım veya tapınak yapımı işlerinde kullanırdı. Kölelerin hiç bir hakkı yoktu. Köylülerden üstte memurlar sınıfı bulunurdu. Memurlar, asil ailelerden seçilirdi. Bazı memuriyetler babadan oğla geçerdi. Rahiplik onurlu bir meslek kabul edilmişti.
Mısır’ın en önemli gelir kaynağını tarım ürünleri oluşturuyordu. Topraklar kral adına işleniyordu. Bununla beraber halkın, memurların ve asillerin toprakları da vardı. Bu durum özel mülkiyetin varlığını göstermektedir.
Ülkede zengin maden yatakları bulunduğundan maden işlemeciliği gelişmiştir. Kara ve deniz yolları ile çok geniş bir alanı kapsayan ticaret ilişkisi kurulmuştur.
Yazı, Bilim ve Sanat
Mısırlılar, MÖ IV. binin sonlarında hiyeroglif yazısını kullanmaya başlamışlar ve bu yazı zamanla 24 harflik bir yazı sistemine dönüşmüştür. Yazı malzemesi olarak papirüsü kullanmışlardır. Mısır yazısı Fenike alfabesine öncülük etmiştir.
Mısırlılar, matematikte ilerlemişlerdir. Tarım ürünlerinden alınan verginin hesaplanması matematiğin, Nil nehrinin taşma zamanının hesaplanması ve Nil’in taşmasıyla arazi sınırlarının belirlenmesi astronomi ve geometrinin gelişmesinde etkili olmuştur. Mısırlılar Pi sayısını hesaplamışlar, yılı 365 gün olarak bulmuşlar ve on iki aya bölmüşlerdir.
Mısır’da; tıp ve astronomi bilimleri gelişmiştir. Astronomide gelişme gösteren Mısırlılar, Nil nehrinin taşma zamanını hesaplamak amacıyla Güneş yılı esasına dayanan ilk takvimi yapmışlardır. Bu takvim değişik medeniyetlerin katkıları sonucunda günümüzde kullandığımız Miladi Takvim haline gelmiştir.
Mısır’da sanat; bilim, edebiyat, sosyal hayat gibi dinin etkisi altında gelişmiştir. Mısırlılar mimari, heykel, resim ve kabartma sanatlarında çok ilerlemişlerdir. Özellikle krallar için mezar olarak inşa edilen piramitler oldukça sağlam yapılmıştır. Piramitler, Mısırlıların matematikte çok ilerlediklerinin bir kanıtıdır.
5-İRAN UYGARLIĞI
İran tarihinin ilk dönemlerine ait bilgilerin az olması nedeniyle bu dönem yeterince aydınlatılamamıştır. Bu dönemlerde İran’ın farklı bölgelerinde değişik kavimlerin prenslikler kurduğunu bilmekteyiz. Bu kavimlerden Medler ve Persler İran siyasi tarihinde önemli yer tutmuştur. Medler MÖ VII. Yüzyıl ortalarında siyasi bir güç oluşturmuşlar, Keyeksar Döneminde (MÖ 625-585) bağımsız olmuşlardır.
Keyeksar’ın ölümünden sonra ülke içinde huzursuzluklar çıkmıştır. Pers İmparatorluğu   (MÖ. 550 – MÖ.333) MÖ. 550’de İran’da Med Devletini yıkarak  kurulmuştur.
Persler ülkeyi mutlakiyetle yönetmişlerdir. İran’da ülkeyi satraplıklara (eyaletlere) ayırıp yarı bağımsız valiler göndererek yönetimi kolaylaştırmaya çalışmışlardır.
Dini inançlarının temelini “Zerdüştlük” oluşturmuştur. Zerdüştlük, iyilik ve kötülük savaşını temel alır. İyilik tanrısı “Ahuramazda” ( Hürmüz), kötülük tanrısı “Angramanyu” (Ehrimen) arasında sürekli bir mücadele vardır.İyilik yapanlar öldüklerinde ışık dünyasına, kötülük yapanlar karanlık dünyasına giderlerdi.Bunun için aydınlık ve Işığa değer vermişler, Ateş’i kutsal kabul etmişlerdir. Sürekli ateş yaktıkları, tapınma yerlerine “Ateşgede” denilir. Bundan dolayı Zerdüştler’e ateşe tapan anlamında “Mecusi” de denilmiştir.
Pers ordusu İran halkından toplanan daimi düzenli piyade ve süvari kuvvetlerinden oluşuyordu. Bunlar mızrak, ok, yay, kama ve kalkanla donatılmışlardı. Savaşlarda demir pullardan yapılmış zırh giyerlerdi. Stratejik öneme sahip yerlerde sürekli askeri birlikler beklerdi.
Persler döneminde haberleşme, ulaşım ve düzenli bir posta örgütü vardı. Ülke ulaşımına verilen önem sonucu ticaret gelişmiş, Kral Yolu üzerinde önemli ticaret merkezleri kurulmuştur.
Perslerden kalan sanat eserlerinin en önemlileri, krallar için yapılan büyük saraylardır. Persler, Mezopotamya, Mısır, Anadolu ve Yunan sanatlarının etkisinde kalarak bir “Pers üslubu” yaratmışlardır. Mimarinin yanı sıra kabartmacılığa da önem vermişlerdir. Büyük kayaları oyarak mezarlar yapmış ve bunları kabartmalarla süslemişlerdir.
6- HİNT UYGARLIĞI
Hindistan Asya Kıtası’nın güneyinde, Hint Okyanusu’na doğru uzanan büyük bir yarımadadır. Hindistan’da ilk uygarlık, MÖ 4000’li yıllarda İndus Nehri boyunca ortaya çıkmıştır.
Doğal kaynakları açısından zengin olan Hindistan, tarih boyunca bu özelliğinden dolayı birçok kavmin istilasına uğramıştır. Bunlardan birisi de Arilerdir. Ariler, MÖ 1500’lerde Orta Asya’dan Hindistan’a gelmişler; siyasi, sosyal ve kültürel yapılarını bu bölgeye taşımışlar ancak burada merkez? bir otorite sağlayamamışlardır. Bu nedenle Hindistan “racalık” adı verilen küçük prenslikler tarafından yönetilmiştir.
Ariler, Hindistan’a gelmeleriyle birlikte “kast sistemini” bu bölgeye taşımışlardır. Kast, meslekleri babadan oğula geçen ve aynı geleneklere bağlı bulunan çeşitli sosyal sınıflardan oluşan bir sistemdir. Bu sistemde brahmanlar, din adamlarından, kşatriyalar, raca, asker ve asillerden; vaysiyalar, tüccar ve çiftçilerden; sudralar, zanaatkar ve işçilerden oluşmuştur. Kast sisteminin dışında kalanlar da paryaları meydana getirmiştir.
Hindistan’la ilgili ilk bilgiler “veda” adı verilen dini içerikli metinlerde geçmiştir. Ariler bölgeye geldiklerinde vedaları geliştirerek Hinduizme hayat veren Brahmanizmin ortaya çıkmasını sağlamışlardır. Farklı toplulukların Brahmanizm dinine girememesi nedeniyle bu din Hindistan’da fazla yayılamamıştır. Hinduizm ve Brahmanizm’den başka Hindistan’da Taoizm, Konfüçyüsçülük, Manihaizm dinleri varlık göstermiştir.
KAST SİSTEMİNİN ÖZELLİKLERİ

•Her kastın bir adı vardır. Kast üyeleri kendi adları ile birlikte bu adı da belirtirler.

•Kast dışı sosyal ilişki kurmak yasaktır. Her üye kendi kastı içinde evlenir.

•Bir Hindu kendi kastı dışındaki bir kast üyesi ile yemek yiyemez.

•Her kastın kendine özgü törenleri vardır.

•Brahmanların kastı bütün kastlar tarafından üstün kast olarak kabul edilir.

•Kast usullerine saygı gösterilmesini ve kastın işleyişini sağlamak için kast içinde özel teşkilatlar vardır.

•Kast kurallarına uymayanlara verilen en ağır ceza kasttan çıkarılmadır. Bu da toplumdan dışlanma anlamına gelir.

•Kastlar arasında geçiş yoktur. Her üye doğduğu kast içinde yaşamını sürdürür. Meslekler babadan oğula geçer.

Uyarı:

Kast Sistemi nedeniyle Hindistan’da toplumsal kaynaşma sağlanamamış, Hintliler bir millet olamamışlardır. Ayrıca yönetim ve toplumsal hayatta eşitlik ilkesi uygulanamamıştır.

7-ÇİN UYGARLIĞI
Çin, Asya Kıtası’nın güneydoğusunda geniş topraklara sahip bir ülkedir. Çin uygarlığının .işmasında Çin kültürünün yanında Türk, Moğol ve Tibet kültürleri de etkili olmuştur.
Çin hakkında tarihte değer taşıyan ilk bilgilere MÖ Xl. yüzyılda rastlanmıştır. Merkezi otoritenin güçlü olduğu Çin, tarih boyunca hanedanlıklarca yönetilmiş, MÖ 111. yüzyıldan itibaren siyasi birliğini tamamlayıp güçlü bir imparatorluk haline gelmiştir.
Çin’de tanrının oğlu” unvanını taşıyan imparatorları n kutsal olduğuna inanılırdı. Çin imparatorlarının gücü daimi ordulara dayanmıştır. Çin ordusu, yaya ve arabalı askerler olmak üzere iki sınıfa ayrılmıştır. Ancak Türklerin örnek alınmasıyla bu sınıflara atlı birlikler de dahil edilmiştir.
Çin’de sosyal yapıyı asiller ve köylüler oluşturmuştur. Köylülere hürriyet hakkı tanımayan bu sosyal yapıda, sınıfların yaşayış ve hukukları birbirinden farklıdır.
Çin’de en yaygın dinler Konfüçyüsçülük, Taoizm ve Budizmdir. Çin uygarlığının temeli, Konfüçyüsçülük öğretisine dayanmıştır. Bu dini öğretinin temeli erdem ve görev ahlakına dayalıdır.
Çin’de ekonomi büyük ölçüde tarıma dayalıdır. Tarımın yanında iplik, ipek, porselen ve kumaş , üretimi de yapılmıştır. Çinli tüccarlar İpek Yolu aracılığıyla Çin’den Roma’ya kadar olan bölgede ticari faaliyetlerde bulunmuşlardır.
Tek heceli bir dil konuşulan Çin’de bu dile ait farklı lehçeler kullanılmıştır. Çin yazısı günümüzde de kullanılmaktadır.
Çin’de resim, kumaş işleme, porselen imalatı, heykelcilik, çinicilik gibi zanaat ve sanat dalları gelişmiştir. Budizm, resim ve heykelciliğin gelişiminde etkili olmuştur.
Çin mimarisi, askeri ve dini yapılar yönünden gelişme göstermiştir. Çin Seddi ve Budist tapınakları
n mimarisinin en güzel örnekleridir. Çin mimarisinde ince, zarif üsluplu, birbirine geçirilmiş çatılar önemli bir yer tutmuştur.
Çinliler, mürekkep, kağıt, barut, pusula ve matbaayı kullanarak dünyada birçok gelişmeye öncülük etrniştir.
8- DOĞU AKDENİZ UYGARLIĞI
FENİKELİLER (MÖ.1000 – MÖ.520)
Sami asıllı Fenikeliler Suriye’nin Akdeniz kıyılarına ve Lübnan’a yerleştiler. Toprakları tarıma elverişli olmadığı için, denizciliği önem vermişler, Akdeniz ve Karadeniz’de koloniler kurmuşlardır. Bu kolonilerin en ünlüsü Kuzey Afrika’daki Kartaca şehriydi.

Uyarı: Fenikeliler kurdukları kolonilere sadece ticari amaçlarını gerçekleştirmek için gittiklerinden dolayı buraları yurt edinmemişlerdir. Bu nedenle kolonilerini kısa sürede kaybetmişlerdir.

Fenikeliler, Akdeniz’de geniş bir alanda birçok uygarlık ile ticaret ilişkileri kurmuş, Doğu ve Ön Asya uygarlıkları ile Akdeniz uygarlıkları arasında kültürel etkileşim yaşanmasını sağlamışlardır.
Fenikelilerin dünya uygarlığına en önemli katkıları günümüzde kullanılan Latin alfabesinin temelini oluşturan 22 harfli ilk alfabeyi bulmalarıdır. Bu alfabe sırasıyla İyonyalılar, Yunanlılar ve Latinler tarafından geliştirilmiştir. Fenike alfabesi, Latin alfabesinden başka Kiril, İbrani, Arap ve Yunan alfabelerinin de temelini oluşturmuştur.
İBRANİLER (MÖ.10.YÜZYIL – MS.70)
MÖ. 1500’lerde Filistin ve Lübnan dolaylarında yaşayan İbraniler Sami (Arap) ırkındandırlar.  Hz. Musa zamanında birlik haline geldiler, devlet haline gelmeleri Hz. Davud zamanında oldu,  bu dönemde Kudüs şehri kurularak başkent yapılmıştır. En güçlü dönemleri Hz. Süleyman zamanıdır.
Hz. Süleyman’dan sonra İbrani devleti İsrail ve Yahudi devleti olmak üzere ikiye ayrılmıştır. İsrail devletine Asurlular, Yahudi (yuda) devletine ise Babilliler son vermişlerdir.
Tek Tanrı inancı ilk defa İbranilerde görülmüştür. “Musevilik” denilen bu dinin sadece İbranilere gönderildiği kabul edilmiş, bu durum Museviliğin başka toplumlar arasında yayılmasını engellemiştir. Dünyanın çeşitli yerlerine dağılmalarına rağmen dini inançları etrafında oluşan milli tarihleri, Yahudilerin milli kimliklerini korumalarını sağlamıştır.
2. Dünya savaşı sonunda İngiltere ve Amerika’nın yardımıyla bugünkü Filistin’de İsrail devletini kurmuşlardır.
9-TÜRKİYE – ANADOLU UYGARLIĞI
Anadolu; Asya ile Avrupa’yı birbirine bağlayan bir konumda olması nedeniyle Doğu ve Batı uygarlıkları arasında köprü görevini üstlenmiştir.
Verimli toprakları, yaşama uygun iklimi ve coğrafi koşullarından dolayı tarihin en eski çağlarından beri insan topluluklarının göç ettiği, uygarlık kurduğu bir bölge olmuştur. Bu nedenle Anadolu’ya medeniyetler beşiği denilmiştir.
Anadolu’nun bu özelliği bölgede,
• Kültürler arasında etkileşim olması
• Ticaretin gelişmesi
• İstilaların yaşanması
• Uygarlıkların gelişmesi
Sonuçlarına ortam hazırlamıştır.
Uyarı:

Göçler ve istila amacıyla ANADOLU’ya gelen toplulukların sahip oldukları kültür ve medeniyeti Anadolu’ya taşıması sonucu Anadolu’da medeniyet gelişmiştir.

Anadolu’nun Mısır, Ege ve Yunan medeniyetlerine yakın bir konumda olması da bu medeniyetlerden etkilenmesini sağlamıştır.
Bu coğrafyaya ANADOLU (Anatolia) adını Romalılar verdi, Güneşin doğduğu yer anlamına gelmektedir.
Türkiye adı ise, Türkler ANADOLU’yu tamamen aldıktan sonra Avrupalılar tarafından 11. yüzyıldan itibaren kullanılmaya başlandı.
Yapılan kazılar ve araştırmalar Türkiye’nin tarih öncesinden itibaren önemli bir yerleşim yeri olduğunu bize göstermektedir.
Dünyanın önemli kültür merkezlerinden biri olan Anadolu’da; Hatti, Hitit, Frig, Lidya, İyonya ve Urartu uygarlıkları kurulmuştur. Ayrıca Anadolu’yu Persler, Büyük İskender ve Romalılar istil ederek bir süre yönetmişlerdir.
HATTİLER
Yaklaşık MÖ 2500-1700 yılları arasında Anadolu’da büyük bir uygarlık oluşturmuş Hattiler hakkında bilgilerimiz oldukça sınırlıdır.
Hattiler Anadolu’nun yerli halkı olarak kabul edilmekle beraber, göçlerle geldiklerini – hatta Türk kökenli olduklarını- savunanlar da vardır.
Yapılan araştırmalar Hititler’in uygarlık ve inanç/mitoloji bakımından Hattiler’den oldukça etkilendiklerini ortaya koymuştur.
Hititler kendilerini başka isimle anmalarına rağmen, ülkelerine Hatti ülkesi demeleri ve din ile ilgili tabletlerde rahibin Hatti dilinde konuştuğunu belirtmeleri bu etkiyi göstermektedir. Ayrıca özel isimlerin bir çoğu da Hatti dilinden gelmektedir.
Hatti uygarlığına ait en önemli eserler Alacahöyük’te bulunmuştur. 1935’de Atatürk’ün himayesinde başlayan kazılarda bugün Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenen güneş kursları, heykelcikler, altın kupalar  bir çok eser bulunmuştur.
Bir başka buluntu yeri de Tokat Horoztepe’dir. Burada da ana tanrıçaya ait idoller ve tören zilleri bulunmuştur. Ancak buluntuların büyük bölümü yurt dışına kaçırılmıştır.
Hattiler’e ait süsleme ve bezeme şekillerinin Anadolu’nun birçok yerinde görülmesi bu uygarlığın ne kadar yayılmış olduğunu ve önemini göstermektedir.
Hatti halkı, hayvan biçimli tanrıların kültünü geliştirmiş, özellikle de boğa en önemli simge olmuştur. Boğa ile gök/güneş kurslarının birlikteliği boğa/gök ilişkisini düşündürtmüştür. Buna göre boğa en büyük gök tanrıyı temsil etmektedir.
Hattiler Hititler’le kaynaşmış, Hatti uygarlığı Hitit uygarlığı içinde yaşamaya devam etmiştir.
HİTİTLER(ETİLER):  MÖ. 1700 – MÖ. 700
MÖ. 2000 yıllarında Anadolu’ya Kafkaslardan geldikleri tahmin edilmektedir. Kızılırmak yayı çevresinde kurulmuştur. Başşehirleri Hattuşaş (Boğazköy)’dır. Hitit tarihi üç bölüme ayrılır:
Eski Hitit Devleti (M.Ö. 1800 – 1400)
Dört yüz yılda 19 kral hüküm sürmüştür. Devletin başkenti Hattuşaş’tır. Babil alınarak Hititlerin Mezopotamya uygarlığı ile doğrudan ilişkiye geçmesi sağlanmıştır.
Yeni Hitit Devleti (M.Ö. 1400 – 1200)
Anadolu’daki çeşitli krallıklar egemenlik altına alınmıştır. Dönemin en önemli olayı, Hititler ile Mısırlıların Kadeş’te karşı karşıya gelmeleridir. Bu savaşın nedeni, Kuzey Suriye topraklarına sahip olma mücadelesidir. MÖ. 1296 yılında başlayan savaş, MÖ. 1280 yılında Kadeş Antlaşması imzalanarak sona ermiştir. Bu antlaşma, tarihte bilinen ilk yazılı antlaşmadır.
Hitit Devleti, MÖ. 12. yüzyılda, Ege göçleri sonunda yıkılmıştır.
Geç Hitit Şehir Devletleri (M.O. 1200 – 700)
Hitit İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra, Güneydoğu Anadolu’da şehir devletleri kuruldu. Bu devletler içerisinde en önemlisi Kargamış’tır. Hitit şehir devletleri, Asurlular tarafından yıkılmıştır (M.Ö. 7. yüzyıl).

Uyarı:Siyasi alanda etkili olamayan şehir devletleri, Hititlerin kültür değerlerini yaşatmışlardır.

HİTİT KÜLTÜR VE MEDENİYETİ
Devlet Yönetimi
Hitit Krallığı ilk dönemlerinde feodal beyliklerden oluşuyordu. Daha sonraları bu beylikler kaldırılarak yerlerine merkezden valiler atanmıştır. Hititler bu yolla merkezi otoriteyi güçlendirmeyi amaçlamışlardır.
İlk zamanlarda kralın yetkileri soylulardan oluşan Pankuş meclisi tarafından sınırlandırılmıştır. Pankuş Meclisi’nin kral ve kraliçeyi yargılama yetkisi vardı. Bu durum Hititlerde meşrutiyete benzeyen bir yönetimin varlığını göstermektedir. Ancak imparatorluk döneminde Pankuş Meclisi’nin yetkileri azalırken kralın yetkileri artmıştır. Dolayısıyla soylular yönetimden uzaklaştırılmıştır.
Hitit Devleti’nin başında Büyük Kral sanını taşıyan bir hükümdar bulunuyordu. Hitit kralı aynı zamanda başkomutan, baş yargıç ve başrahipti. Hititlerdeki bu uygulama, güçlü bir merkezi otorite kurulmaya çalışıldığını gösterir.
Hititlerde Tavananna adı verilen kraliçe devlet işlerinde kraldan sonra en yetkili kişiydi. Kadeş Antlaşması’nda kralın yanı sıra kraliçenin de mührünün yer alması bu durumun bir kanıtıdır. Kraliçe, kral ülkede olmadığı zamanlarda devlet işlerine vekalet ederdi. Bu durum kraliçenin kralı temsil etme yetkisine sahip olduğunu göstermektedir.
Kavram Bilgisi:

Feodal Yönetim (Feodalite): Bu yönetim şeklinde devlet içişlerinde serbest hareket eden beyliklerden oluşur. Ülkenin her bölgesinde farklı kurallar geçerli olabilir. Bu durum siyasal, kültürel, ekonomik birliğin kurulmasını engelleyici niteliktedir. Bu tür yönetimlerde iç kavgalar, devletin parçalara ayrılması ve dış politikada etkisiz kalınması sık görülen durumlardır. Hititlerin feodal beyliklere son vermesi merkezi otoritenin ve ülke bütünlüğünün korunmasını sağlamıştır.

Merkezi Otorite: Bir devletin sınırları içerisinde yönetimin tek elde toplanmasına merkezi otorite denir. Devletlerin bütünlüğünü koruması merkezi otoritenin gücüne bağlıdır. Bu nedenle devleti kuranlar merkezi otoriteyi güçlü tutmaya özen göstermişlerdir. Örneğin Hititler, bağlı devletlerin her yıl başkente gelerek sadakatlerini göstermelerini istemişlerdir.

Bir ülkede merkezi otoritenin zayıflaması, devletin parçalanması ve yıkılmasına yol açan temel etkenlerden biridir.

Mutlak Monarşi (Mutlakiyet): Devlet yönetiminde kralların tek başına egemen olduğu rejimdir. Siyasi gücü elinde tutan kişi, hiçbir kurum ve kişiye karşı sorumlu değildir. Bütün yetkiler kralın elinde toplanmıştır. Bu yönetim biçiminde merkezi otorite çok güçlüdür. Bu yönetim modeli ilk kez Babil kralı Hammurabi tarafından kurulmuştur.

Meşrutiyet: Bir ülkede meclis ile birlikte bir hükümdarın bulunduğu idare şekline denir. Bu tür idarelerin bulunduğu ülkelerde halk, yönetime katılma olanağı kazanır. Örneğin, Hititlerde kralın yanında görev yapan Pankuş Meclisi’ni soylular oluşturmuştur. Bu sistemde halkın tamamının yönetime katılması mümkün olmamıştır. Bu da meşrutiyetin demokrasi gibi geniş katılımlı bir yönetim tarzı olmadığını ortaya koymaktadır.

Ordu
Anadolu, topraklarının verimli olması ve ticaret yolları üzerinde bulunması sebebiyle sık sık istilalara uğramıştır. Bu durum Anadolu’da kurulan devletleri askerliğe önem vermeye zorlamıştır.
İlk zamanlarında düzenli bir ordusu olmayan Hititler, imparatorluk Dönemi’nde sürekli ordular kurmuştur. Hitit orduları yaya, atlı ve arabalı askerlerden oluşurdu. Hititler gerektiğinde ücretli askerler de kullanmışlardır.
Hukuk
Hititler hukuk alanında Mezopotamya uygarlığının etkisi altında kalmışlardır. Hititler, medeni hukuk ve ceza hukukuna önem vermişler, kadınlara mülkiyet hakkı tanıyarak resmi evlenme geleneğini başlatmışlardır.
Hititlerde medeni hukuk ve ceza hukuku büyük gelişme göstermiştir.
Hititlerde medeni hukukun gelişmesi,
-Toplumsal yaşamın geliştiğini
-Kişisel hakların korunmasına önem verildiği ve kadınların servet biriktirmesine olanak sağlandığını
-Toplumsal yaşamın düzene konulmasına çalışıldığını göstermektedir.
Hititler, Mezopotamya’dan farklı olarak kölelere bazı haklar tanımışlardır. Köleler mülk sahibi olabiliyor, bedelini ödedikten sonra özgürlüklerini kazanabiliyorlardı. Cezalar çok sert ve insan onuruna aykırı değildi. Bu durum Anadolu’da insana verilen değerin Mezopotamya’ya oranla daha çok geliştiğini gösterir.
Hititler kanunları yazılı hale getirerek aynı suça farklı ceza verilmesini önlemişlerdir. Bu durum Hititlerin adalete verdikleri önemi göstermektedir.
Hititlerde kanunlar, İlk Çağ toplumlarının büyük kısmında olduğu gibi tanrılar adına konmuş ve onlar adına uygulanmıştır. İlk Çağ toplumlarındaki bu anlayış, halkın kanunlara bağlılığını artırma amacının bir sonucudur.
Hititlerde kralın buyruklarına karşı gelmek, devlete baş kaldırmak büyük suç sayılmış ve ölümle cezalandırılmıştır. Bu da Hititlerin merkezi otoriteye önem verdiklerini göstermektedir.
Din ve İnanış
Hititlerin dini çok tanrılı idi. Kendi tanrılarından başka bütün Anadolu ve Ön Asya tanrılarını da kutsal kabul etmişlerdi. Hititlerin bu tutumu dinsel konularda hoşgörülü olduklarına kanıt olarak gösterilebilir. Bu yüzden Hititler zamanında Anadolu bin tanrı ili olarak adlandırılmıştır. Hititlerde dini törenler başrahip olarak kral tarafından yönetilirdi. Bu durum kralın dinsel gücü de elinde bulundurduğunu gösterir.
Sosyal Hayat
Hititlerde toplum sınıflara ayrılmıştı. Bu ayrım toplumda eşitsizlik olduğunu gösterir. Sosyal tabakanın en altında yer alan kölelerin mülkiyet hakları vardı. Hatta başlık parasını ödeyerek soylu bir kadınla evlenebiliyorlardı. Bedel ödeyerek hürler sınıfına geçebiliyorlardı. Bu durum sosyal statünün ekonomik duruma göre belirlendiğini ve sınıflar arasında geçiş olduğunu gösterir.
Ekonomik Hayat
Hitit ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayanıyordu. Topraklar, tanrıların ve kralların malı kabul edilirdi. Hititler tarım ve hayvancılığı koruyan kanunlar yaptılar. Anadolu’da tımar sistemini ilk kez Hititler uyguladılar. Hititlerde maden işlemeciliği ve kumaş dokumacılığı gelişmiştir.
Yazı, Dil ve Edebiyat
Hititler, kilden yapılmış tabletler üzerinde Mezopotamya’dan aldıkları çivi yazısını, taş anıtlar üzerinde ise genellikle kendi buldukları hiyeroglif (resim) yazısını kullanmışlardır. Hititler, Hint-Avrupa dili olarak kabul edilen Hititçe konuşup yazmışlardır.
Hititler, Mezopotamya’nın edebi eserlerinin etkisi altında kalmışlar, Sümerlerin Gılgamış ve Kumarbi destanlarını endi dillerine çevirmişlerdir.
Hititler her yılın önemli olaylarını kaydederek tarih yazıcılığına katkıda bulunmuşlardır. Anal adı verilen yıllıklarda Hitit krallarının başarıları kadar yenilgileri de yazılmıştır. Olaylar tanrılara hesap verme inancıyla yazıldığı için doğru olarak kaleme alınmıştır. Bu durum Hititlerin tarafsız bir tarih anlayışına sahip olduğunu göstermektedir.
Sanat
Hitit sanatı Mezopotamya’nın etkisi altında gelişmiştir. Ancak mimaride Anadolu’ya özgü bir üslup geliştirmişlerdir.
Hititler şehirlerin etrafını surlarla çevirmişler, saray ve tapınaklar inşa etmişlerdir. Hititler heykelcilik ve kabartmacılıkta da hayli ilerlemişlerdir. Yazılıkaya ve İvriz kabartmaları Hitit kabartma sanatının en önemli eserleridir.

İYONYALILAR(İYONLAR):
İzmir körfezinden, güllük körfezine kadar olan bölgeye İyonya denilirdi. Yunanistan’dan Dor’ların saldırısı yüzünden gelen Akalar buradaki yerli halkla karışarak, şehir devletleri halinde yaşadılar. Başlıca İyon şehirleri şunlardır: Efes, Milet, İzmir, Foça, Bodrum denizcilikle zengin olan İyon şehirleri önce Lidyaların, sonra da Perslerin hâkimiyetine girdi.
Yönetim
İyonyalılar şehir devletleri halinde yaşamışlardır. Her şehir diğerlerinden bağımsız hareket etmiş ve krallar tarafından yönetilmiştir. Bu durum İyonya’da siyasal birliğin sağlanmasını engellemiştir.
İyonya şehirlerindeki kralların zayıflamasına paralel olarak, soylular yönetimi ele geçirerek oligarşik bir yönetim kurmuşlardır. Yunan uygarlığının etkisinde kalan iyonyalılarda demokratik hükümetler kurulmuştur.
Kavram Bilgisi:

Şehir Devletleri: ilk örneklerine Tunç Devri’nde rastlanan ve dar bir coğrafyaya egemen olan siyasal örgütlenmelere denir. İlk Çağ’da aynı ırk, dil, kültür ve inanç yapısına sahip oldukları halde birbirinden bağımsız yaşayan küçük devletlere denilmiştir. Örneğin iyonya, Yunanistan, Fenike ve Sümer uygarlıkları şehir devletleri şeklinde örgütlenmişlerdir. Bu şekildeki örgütlenme şehir devletleri arasında sık sık savaşlar çıkmasına, uygarlıkların siyasal alanda etkili olamamasına, dış saldırılara açık hale gelmesine ve işgale uğramalarına yol açmıştır.

Siyasi Birlik: Bir ülkenin, bir bölgenin yalnız bir güç tarafından yönetilmesidir. Merkezi otorite kavramına çok ya‘ n bir kavramdır. Ancak bir devletin iç bünyesindeki birlikten ziyade bir ulusun veya coğrafi bölgenin aynı yönetim altında birleşmesini ifade etmektedir. Örneğin Türk siyasal birliğinin sağlanması, bağımsız yaşayan Türk devletlerinin ve boylarının tek bayrak altında toplanması demektir. Anadolu’da siyasal birliğin sağlanması, Anadolu’nun aynı devlet tarafından yönetilmesi anlamını taşır. Bir bölgede siyasal birliğin olmaması o bölgenin dış güçlere karşı savunmasız kalmasına, farklı kültürlerin gelişmesine yol açar.

Oligarşi: Bir sınıfın veya zümrenin yönetimi üstlenmesidir.

Örneğin İyonyada asiller krallık yönetimine son vererek oligarşik bir yönetim kurmuşlardır.

Demokrasi: Halk egemenliğini esas alan yönetim biçimidir. Bu sistemde yöneticiler halkın oyu ile halk içinden seçilir ve halkın iradesiyle görevden alınırlar. Demokrasi sadece halkın yönetimi eline alması gibi dar bir anlama gelmez. Aynı zamanda kişiye değer veren, fikir özgürlüğüne inanan, bağımsız mahkeme, özgür basın, muhalefet etme hakkı, yasama ve anayasaya bağlılığı ilke edinen bir sistemdir. Tarihte ilk kez Yunan şehir devletlerinde görülmüştür. Yunan şehir devletlerindeki uygulama günümüzdeki demokrasi anlayışına göre oldukça geri niteliktedir. Örneğin kölelerin ve kadınların oy hakkı bulunmamaktadır. Ancak demokrasinin bu şekli dahi Yunanistan’da fikir özgürlüğünün gelişmesini, dolayısıyla felsefe ve bilimin ilerlemesini sağlamıştır.

Ekonomik Hayat
İlk Çağ’da iyonyalıların deniz ticaretinde önemli bir yeri vardır. Kral Yolu’nun Lidyalıların kontrolünde olmasından dolayı kara ticaretinde etkili olamayan İyonyalılar, Akdeniz ve Karadeniz’de koloniler kurarak ticaret faaliyetleriyle zenginleşmişlerdir. Karadeniz’de Sinop, Samsun ve Trabzon İyonyalıların kurdukları kolonilerden bazılarıdır.
Kavram Bilgisi:

Kolonicilik: Bir devletin ekonomik, siyasal ve sosyal nedenlerden dolayı kendi sınırları dışında ele geçirip yönettiği ülkeye veya topraklara koloni denir.

İlk Çağ’da hem denizlerde hem de karalarda koloniler kurulmuştur. Kolonicilik alanında Fenikeliler, Iyonyalılar, Yunanlılar ve Asurlular meşhur medeniyetlerdir.

Kolonilerin kurulmasında,

1-Hammadde ihtiyaçlarının karşılanması

2-Üretim fazlası mallar için pazar bulunması

3-Askeri gücün artırılmak istenmesi

4-Diğer devletlere askeri, siyasal ve ekonomik alanlarda üstünlük sağlama düşüncesi

etkili olmuştur.

Kolonicilikle uğraşan uluslar, yeni kaynaklar elde ederek zenginleşmişler ve ülkelerini kalkındırmışlardır.

Yazı, Bilim ve Sanat
Fenike alfabesini kullanan İyonyalılar, bu alfabenin Yunanistan’a geçmesini sağlamışlardır. Bu durum Anadolu uygarlıklarının Doğu ve Batı uygarlıkları arasında kültür alış verişini sağlayan bir köprü görevi üstlendiğini göstermektedir.
Anadolu medeniyetleri içinde her yönden en ileri olanı iyonyalılardır.

Uyarı:

İyonya’da pozitif bilimlerin gelişmesinde,

-Özgür düşüncenin gelişmiş olması

-Ön Asya’dan gelen ticaret yollarının bitiş noktasında oldukları için yeni gelişmeleri öğrenmeleri

-Kolonicilik ve deniz ticareti sayesinde dış dünyayı tanımaları etkili olmuştur.

İyonya, günümüz Avrupa uygarlığının oluşmasına katkı sağlayan en önemli uygarlıklardan biridir. Felsefe, matematik ve tıp bilimlerinin temeli iyonyada atılmıştır. Matematikte Tales ve Pisagor, felsefede Diyojen, tıpta Hipokrat ve tarih alanında Herodotos ünlü isimlerdir. Herodotos, araştırarak yazmaya çalıştığı için tarih biliminin babası kabul edilmiştir. İyon edebiyatının en önemli eseri Homeros’un –İlyada ve Odesa destanı– dır.
İyonyalıların diğer özellikleri şunlardır:
-İyonyalıların en önemli eseri dünyanın yedi harikasından biri sayılan Artemis Tapınağı’dır. Efes’te bulunan Celsus Kütüphanesi de günümüze kadar gelen önemli bir eserdir.
URARTULAR: (MÖ. 900 – MÖ. 600)
Hurri kabileleri tarafından M.Ö. 9. yüzyılda Van Gölü ve çevresinde kurulmuştur. Başkent Tuşpa (Van)’dır. 1. Sardur’un, M.Ö. 9. yüzyılda kurduğu Urartu Devleti, yaklaşık 200 yıl boyunca Doğu Anadolu’da önemli bir güç oluşturmuştur. Önce Kafkasya’dan gelen Kimmerler, sonra da Saka (İskit) akınlarıyla sarsılmış, M.Ö. 600’lerde Medler tarafından yıkılmışlardır.
Urartuların önemli özellikleri şunlardır:
-Urartu Devleti krallıkla yönetilmiştir. Ülkeyi eyaletlere ayıran Urartular, valileri merkezden atayarak merkezi otoriteyi güçlü tutmayı amaçlamışlardır.
-Ölümden sonraki hayata inanan Urartular, bu inançlarının etkisiyle mezarlarını oda ve ev biçiminde yapmışlar, mezarlara ölüyle beraber değerli eşyalarını da koymuşlardır.
-Urartularda halkının önemli bölümü tarım ve hayvancılık faaliyetleri ile uğraşmıştır. Urartular sulama kanalları açarak verimi artırmayı amaçlamışlardır.
-Urartular taş ve maden işlemeciliğinde oldukça ilerlemişler, yaptıkları kaleler, saraylar, tapınaklar ve su kanallarının kalıntıları günümüze kadar gelmiştir. (Toprakkale, Çavuştepe, Patnos ve Kayalıdere kaleleri).
-Urartuların dili Ural – Altay dillerine benzemektedir. Türkçeye benzeyen Urartu dili sabit köklere takılar eklenerek kullanılmıştır.
-Urartular Asur çivi yazısını ve hiyeroglif yazısını kullanmışlardır.
-Urartularda kral ülkeyi savaş tanrısı Haldi adına yönetirdi.

FRİGYALILAR(FRİGLER): MÖ. 800 – MÖ. 676
Frig, iç-Batı Anadolu’nun M.Ö. 1000 yıllarındaki adıdır. Frigyalılar, Orta Anadolu’da  (Sakarya nehri çevresinde) MÖ. 800 yıllarında devlet kurdular. Başşehirleri Gordion’du. Friglerin en önemli kralı Midas’tır. Onun zamanında bütün Anadolu’ya egemen oldular.
MÖ.676’da Kafkaslardan Anadolu’ya giren Kimmerler tarafından yıkıldı.

Uyarı: Krallıkla yönetilen Frigler, askerliğe önem vermediklerinden düzenli ve güçlü bir orduya sahip değildi. Sadece sarayı ve kralı koruyan bir ordusu bulunuyordu.

Friglerin önemli özellikleri şunlardır:
-Frigler ziraatçı bir kavim oldukları için dini inanışlarında tarımın etkisi görülür. Örneğin Friglerin en büyük tanrıları toprak ve bereket tanrıçası Kibele’dir. Frigyalılar dini
konularda Hititlerin etkisinde kalmışlardır.
-Frigler tarım ve hayvancılık faaliyetlerini korumak amacıyla sert kanunlar yapmışlardır. Örneğin, öküz öldürenler ve saban kıranlar ölümle cezalandırılmıştır. Bu durum, yaşam şartlarının toplumların hukuk kuralları üzerinde etkili olduğunu gösterir.
-Friglerde hayvancılık faaliyetlerinin bir sonucu olarak dokumacılık gelişmiş, Tapates ismi verilen halı ve kilimleri meşhur olmuştur.
-Frigler önemli ticaret yollarının kavşağında yer almıştır. Bu durum Friglerin ticari alanda ilerlemesini sağlamıştır. Batı Anadolu’da, Ege adalarında ve Yunanistan’da birçok Frig eserine rastlanması, Batı dünyası ile geniş çaplı ticaret yaptığını gösterir.
-Dilleri Hint – Avrupa grubundan olan Frigler, Fenike alfabesini kullanmışlardır. Hayvan hikâyeleri anlatım geleneği (fabl) ilk kez Friglerde görülmüştür.

EGE VE YUNAN UYGARLIĞI
Ege ve Yunan Uygarlığı, Ege Denizi’nde ki adalar, Yunanistan, Makedonya, Trakya, Batı ve Güneybatı Anadolu’da yaşayan toplulukların meydana getirdiği uygarlıklardır.
1-GİRİT MEDENİYETİ:
Ege medeniyetlerinin en eskisi Girit’te kurulmuştur.  Geçiş yolunda olduğu için çeşitli kültürlerle etkileşim içinde olmuştur.
Girit’te insanlar ev yapımı yanında mezar yapımına da önem vermişlerdir. Bu mezarlarda altın ve gümüş eserler, fildişi mühürler, taş veya bakırdan yapılmış türlü aletler, çifte baltalar çıkarılmıştır.
Giritliler, güçlü bir donanmaya sahip olduklarından adadaki saray ve şehirlerin etrafına sur yapma ihtiyacı duymamışlardır. Tarihin ilk denizcilerinden biri olan Giritliler, ticaret alanında ilerlemişlerdir.
2-MİKEN MEDENİYETİ:
M.Ö. 2000 yıllarında Orta Avrupa’dan gelen Akaların Yunanistan’a yerleşmelerinden sonra kurulmuştur. Büyük saraylar ve anıt mezarlar yapmışlardır. Dini yönden Giritlilerden etkilenen Miken halkı, mezarlara ölüyle birlikte değerli eşyalar koyarak ölümden sonra yeni bir hayatın başladığı görüşünü benimsemişlerdir.
Mora yarımadasında ortaya çıkan Miken medeniyeti Çanakkale Boğazı’na sahip olabilmek için Truvalılar ile savaşlarıyla tanınmışlardır. Bu savaşlar Homeros’un İlyada Destanı’na konu olmuştur. Orta Avrupa’dan Yunanistan’a gelen Akaların kurduğu bu devlete Dor’lar son vermiştir.
3-YUNANİSTAN
Akalardan Yunanistan’ı alan Dor’lar yunan medeniyetinin temelini oluşturdular. Dor şehirlerine zamanla polis denilmeye başlandı. En ünlü Yunan şehirleri Atina, Isparta, Korint ve Tebai’dir. Yunan şehir devletleri MÖ IV. yüzyılda Makedonya egemenliğine girmiştir.
Yunan uygarlığının önemli özellikleri şunlardır:
-Yunanistan’da her polis (şehir) ayrı bir devletti. Bu şehir devletleri iç ve dış siyasetlerinde bağımsızdı. Kanunlarını kendileri yapıyor ve uyguluyorlardı. Şehir devletleri başlangıçta krallar tarafından yönetiliyordu. Ancak asillerin güçlenerek idareyi ele geçirmeleri üzerine aristokratik hükümetler kurulmuştur.

Uyarı:

Yunanistan’da şehir devletlerinin bulunması iç çatışmalara neden olmuş ve siyasal birliğin kurulmasını engellemiştir.

-Yunanistan’da ticaret hayatının gelişmesi sonucunda tüccar, sanayici, gemici ve sanatkarlardan oluşan orta sınıf doğmuştur. Yönetime katılmak isteyen orta sınıf köylülerle birleşerek soylularla mücadele etmişlerdir. Bu mücadeleler sonucunda Solon ve Klistenes Kanunları ile sınıflar arasındaki ayrıcalıklar kaldırılmaya çalışılmıştır.

Bu kanunlar ile;

Köylülerin borçları affedilmiş, borcunu ödeyemediği için köle durumuna düşenlere özgürlükleri geri verilmiştir.

Sınıf farklılıkları ortadan kaldırılmıştır.

Halk  meclisleri açılarak, halkın yönetimde söz sahibi olması sağlanmıştır.

İlk Çağ’da demokratikleşme süreci başlatılmıştır.

-Kölelerin güçlenmesinden ve ayaklanmasından çekinen Yunan şehir devletleri büyük askeri güç bulundurmuşlardır. Isparta kara, Atina ise donanma yönüyle Yunanistan’ın en güçlü ordusunu kurmuştur.
-Çok tanrılı bir inanışa sahip olan Yunanlılar, tanrılarını insan şeklinde düşünmüşlerdir. Yunanistan’da Fikri gelişmeyi sınırlandırmayan ve fedakârlık gerektirmeyen bir din ortaya çıkmıştır. Çok sayıdaki yunan tanrılarının Olympos dağında oturduğuna inanılırdı.
-Yunanlılar tanrılarının yardımını almak veya öfkesini yatıştırmak için spor, müzik ve şiir yarışmalarına önem vermişlerdir. Bunların en ünlüsü ilk kez MÖ 776’da kutlanan ve dört yılda bir tekrarlanan Zeus adına düzenlenen olimpiyat oyunlarıdır. Olimpiyatlar Yunan toplumunun kaynaşıp ortak bir kültür oluşturmalarına katkıda bulunmuştur.
-Yunanlılar kolonicilik faaliyetlerinde gelişmişlerdir.

Yunanlıların koloniler kurmasında etkili olan nedenlerden bazıları şunlardır:

1- Ülkenin küçük ve dağlık olması

2- Tarıma elverişli toprağın az olması ve nüfusun artmasıyla toprak ihtiyacının artması

3-Ticaret ve sanayinin gelişmesi, macera peşindeki insanların yurt aramaları

-Yunanlılar Akdeniz ve Karadeniz’in çeşitli yerlerinde koloniler kurmuşlardır.

Bu sayede,

1-Ticaret faaliyetlerini geliştirmişlerdir. Bunun sonucunda Yunanistan’da güçlü bir tüccar sınıfı ve ticaret filosu ortaya çıkmıştır.

2-Yeni topraklar üzerinde hakimiyet kurmuşlardır.

3- Yunan kültürü değişik bölgelerde tanınmıştır.

-Yunanistan’da MÖ V. yüzyılda tarih bilim dalı olarak ortaya çıkmıştır. Yunanistan’da tarihçilik Heredot’la başlamış ve Tukidides ile en yüksek seviyeye ulaşmıştır.
-Yunanlılar felsefe, tarih, aritmetik, geometri, tıp ve astronomi alanlarında ileri gitmişlerdir. Felsefe, Batı Anadolu’da doğmuş, Yunanistan’da gelişmiştir. Yunan felsefesinin temsilcileri Sokrat, Eflatun ve Aristo’dur.
-Yunanlılar MÖ VIII. yüzyıl başlarında iyonyalılardan Fenike alfabesini alarak kullanmışlardır. En eski ve en önemli edebi eserleri Homeros’un İlyada ve Odise destanlarıdır. Batı Anadolu kıyılarında ortaya çıkan bu destanlar, eğitim ve milli birlik duygularının pekiştirilmesi yönüyle Yunanlıları etkilemiştir.
-Yunan sanatının en önemli eserleri mimari, resim ve heykeltıraşlık alanlarında ortaya çıkmıştır. Yunan uygarlığının egemen olduğu yerlerde birçok tiyatro, tapınak, tanrı ve insan heykelleri yapılmıştır.

10-ROMA İMPARATORLUĞU:(MÖ.753 – MS.395)

Roma İmparatorluğu’nun temelini  Avrupa’dan göç eden İtalikler ile Batı Anadolu’dan göç eden Etrüskler ve yerli halk olan Latinler atmıştır. Etrüsklerin dil ve kültür açısından Türklerle akraba oldukları tespit edilmiştir.
M.Ö. 753 yılında bir şehir devleti olarak kurulan Roma İmparatorluğu disiplinli, planlı ve teşkilatlı hareket ederek kısa sürede Avrupa, Anadolu, Suriye, Filistin, Mezopotamya ve Kuzey Afrika’nın tamamına hâkim olmuştur.
Roma İmparatorluğu’nda Krallık (MÖ. 735 – 510), Cumhuriyet (M.Ö. 510 – 27) ve İmparatorluk (MÖ. 27 – M.S. 395) dönemleri yaşanmıştır.

Kavram Bilgisi:

Aristokratik Cumhuriyet: Seçme ve seçilme hakkı gibi siyasal hakların yalnız soylulara ait olduğu yönetim şeklidir. İlk Çağda Yunanistan ve Roma’da görülmüştür.

Roma toplumu  Patriciler, Plepler ve Köylüler olmak üzere üç sınıfa ayrılmıştır. Roma’da patriciler (soylular) ile plepler (Roma’ya sonradan gelen halk) arasında çatışmalar yaşanmış, plepler bütün siyasal ve sosyal hakları ellerinde bulunduran patricilere karşı isyan etmişlerdir. Bu çatışmaları önlemek isteyen Romalılar, Yunan kanunlarından yararlanarak 12 Levha Kanunları’nı yapmışlardır (M.Ö. V. yüzyıl). Roma hukuku II. ve III. yüzyıllardaki düzenlemelerle mükemmel hale gelmiştir. Roma’nın yaptığı ilk yazılı kanunlar olan Oniki Levha kanunları pek çok devletin hukukuna temel olmuştur.

Uyarı: Günümüz Batı dünyasında uygulanan hukuk kurallarının temeli Roma hukukuna dayanır. Bu hukuk kuralları bazı değişikliklerle Bizans hukuku adıyla Doğu Roma’da da yürürlükte kalmıştır.

Roma İmparatorluğu önceleri çok tanrılı bir inanışa sahipti. Hıristiyanlığın yayılmaması için çok sert tedbirler almışlar fakat başaramamışlardır. 313 Milano fermanı ile Hıristiyanlığı serbest bırakmışlardır. 381 de de Hıristiyanlık Roma’nın resmi dini olmuştur.
Romalılar; Fenikeliler, İyonyalılar ve Yunanlıların geliştirdiği alfabeye son şeklini kazandırmışlar ve Latin Alfabesi’ni oluşturmuşlardır. Mısır’dan aldıkları Güneş yılı esaslı takvimi, Sezar ve Papa XIII. Gregor dönemlerindeki düzenlemelerle bugün kullandığımız Miladi Takvim haline getirmişlerdir.
Mimari alanında ilerleyen Romalılar, Yunanlılardan aldıkları yapı şeklini, Etrüsklerden aldıkları kemer ve kubbeleri eserlerine başarıyla uygulamışlardır.
Romalılar Anadolu’da yeni yollar yapmışlar ve ihtiyaç duydukları ürünleri Anadolu’dan götürmüşlerdir. Anadolu’da Romalılardan kalan eserler arasında İstanbul’da Çemberlitaş ve Bozdoğan Kemeri, Ankara’da Avgustos Tapınağı ve Roma Hamamı, Antalya’da Aspendos Tiyatrosu meşhurdur.
Roma İmparatorluğu, Kavimler Göçü’nün meydana getirdiği kargaşa ve iç savaşlar sonunda Doğu ve Batı olarak parçalanmıştır (395). Bunlardan Batı Roma 476’da, Doğu Roma (Bizans) ise 1453’te yıkılmıştır.
-BİZANS İMPARATORLUĞU (DOĞU ROMA İMP.):395 – 1453)
Roma İmparatorluğu’nun Kavimler Göçü’nün yıkıcı etkisinden kurtulamayıp 395’te ikiye ayrılmasından sonra İstanbul başkent olmak üzere Anadolu’da Doğu Roma İmparatorluğu (Bizans) kuruldu. İstanbul aynı zamanda Ortodoks Hıristiyanlarında merkezi olmuştur.
Bizans İmparatorluğu 12 değişik sülale tarafından yönetilmiş ve imparator; başkomutan, başyargıç ve yasa koyuculuk yetkilerini elinde toplamıştır.
Bizans İmparatorluğu’nda kilise imparatora bağlı idi ve Ortodoksların dini lideri patrik imparator tarafından atanıyordu. Bu durum Avrupa’daki kilise ve papanın krallar üzerindeki baskısının tersine imparatorun patrik ve kilise üzerinde baskısının olduğunu göstermektedir.
İstanbul, Bizans Dönemi’nde önemli bir kültür ve sanat merkezi haline gelmiş, bu dönemde yapılan Ayasofya Kilisesi dünya tarihinin önemli eserleri arasında yer almıştır. Aya İrini, Hora (Kariye Camii), Sergios ve Baküs Kiliseleri, Binbirdirek ve Yerebatan Sarnıçları İstanbul’daki Bizans mimarisinin dikkat çekici örnekleridir.
Bizans doğuda Sasaniler, güneyde Abbasiler ve Balkanlarda da Peçenek, Kuman, Avar Türkleriyle uzun süre mücadele etmek zorunda kaldılar.
Bizans 1071’de Malazgirt Savaşı’nda Türklerin Anadolu’ya girmesini ve Selçuklu Devleti’nin kurulmasını engelleyemedi. 29 Mayıs 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u alarak Bizans’ı yıkmıştır.
Selçuklu Ordusunun Bölümleri
Hassa Askerleri
Sultana bağlı özel birliklerdir. Çeşitli Türk boylarından seçilmiş atlı birliklerden oluşan hassa askerleri devlet merkezini korurlar ve her an savaşa hazır olurlardı. Giderleri ikta gelirleri ile karşılanırdı.
Gulaman-ı Saray
Doğrudan sultana bağlı muhafız birlikleridir. Değişik ulusların çocukları küçük yaşta alınarak yetiştirilirdi. Maaşlı olan bu askerler hükümdarı korumakla görevliydiler.
Eyalet Askerleri
Melik ve eyaletlerdeki valilerin emrindeki askerlerdir. Tamamı atlı olan bu askerler ikta topraklarından elde edilen vergilerle yetiştirilirdi. Savaş zamanında orduya katılırlardı.
Türkmenler
Sınırlara yerleştirilen Türkmenler hem fetih hareketlerini yürütüyor hem de sınırları koruyorlardı. Sultan istediği takdirde savaş zamanında orduya katılıyorlardı.
Sipahiler
İkta topraklarından elde edilen gelirlerle oluşturulan bu askerler, ordunun en büyük bölümünü teşkil ediyordu.
Yardımcı Kuvvetler
Selçuklulara bağlı devlet ve beyliklerin savaş zamanında gönderdikleri askerlerdir. Gerek duyulduğu zamanlarda komşu uluslardan ücretli asker toplandığı da olurdu.
HUKUK SİSTEMİ
Türk – İslam devletlerinin hepsinde hukuk sistemi hemen hemen aynıydı. Türk töresi, İslami kurallar içinde yeniden gözden geçirilerek düzenlenmişti.
Hükümdar adalete önem verirdi. Divan-ı Mezalim hüküm darın başkanlığında haftanın belirli günlerinde toplanarak halkın şikâyetlerini dinlerdi. Divan-ı Mezalim’de kadıların kararlarına yapılan itirazlar görüşülür, siyasi suçlular devlet düzenini bozanlar yargılanırdı.
Türk devletlerinde şer’i ve örf’i olarak iki yargı bulunmaktaydı:
Örf’i Yargı
Başında Emir-i Dad (Adalet bakanı) bulunurdu. Vergiler, İkta sorunları, ticaret hayatına ait sorunlar ve askeri teşkilata ait sorunlar bu yargıya göre çözümlenirdi.
Şer’i Yargı
Kadı’ul-Kudat’ın başında bulunduğu şer’i yargı; ölüm, miras, hayır işleri, dini kurallar, boşanma ve evlenme gibi konulara bakardı.
Hükümdar adalete önem verirdi. Divan-ı Mezalim hükümdarın başkanlığında haftanın belirli günlerinde toplanarak halkın şikayetlerini dinlerdi. Divan-ı Mezalim’de kadıların kararlarına yapılan itirazlar görüşülür, siyasi suçlular ve devlet düzenini bozanlar yargılanırdı.
Adalet işlerinde görevli kişilerin atanmalarına ve verdikleri kararlara Divan-ı Saltanat veya diğer divanlar karışamazdı. Kadılar herhangi bir siyasi baskıya uğramaksızın görevlerini yürütürlerdi.

YORUM: Bu durum yargı bağımsızlığına önem verildiğini göstermektedir.

SOSYAL HAYAT
İlk Türk devletlerinde olduğu gibi Türk – İslam devletlerinde de sosyal sınıf farklılıkları yoktu. Kanunlar önünde herkes eşitti. Sosyal yapı bu bakımdan Orta Çağ Avrupası’ndan ve kast sisteminin uygulandığı Hindistan’dan tamamen faklıydı.
Selçuklularda toplum, hanedan üyeleri başta olmak üzere yöneticiler ile yönetilen ahaliden meydana geliyordu. Hanedan ve devlet ileri gelenlerinin büyük yetkileri olmasına rağmen, şehirde ve köyde yaşayan halkın, kanun karşısında hak ve vazifeleri vardı. Şer’i hükümleri karşısında herkes eşitti.
TOPRAK YÖNETİMİ
Köylü hür olup, toprağın hâs ve iktâ oluşuna göre hükümetin himayesi altında çalışırdı. Vergisini verirdi. Mülk topraklar, veraset yoluyla çocuklara geçerdi.
Topraklar Selçuklularda üç temel  kısma ayrılmıştı:
1-Miri (devlete ait),
2-Mülk (şahıslara ait) ve
3-Vakıf (halkın sosyal ihtiyaçlarına ait) olarak üçe ayrılırdı.
1-Miri Arazi: Devlete ait topraklara miri arazi denirdi. Miri arazi üçe ayrılmıştı:
a-Has Toprakları: Hükümdar ve ailesine ait topraklardır. Hükümdar ve ailesinin masrafları karşılanırdı.
b-İkta Toprakları: Devlet memurlarına, komutanlara ve hassa ordusunun mensuplarına yaptıkları görev karşılığında maaş yerine bu toprakların vergi gelirleri verilirdi. İkta sahipleri bu gelirlerin bir kısmı ile asker beslemek zorundaydılar. Mülkiyeti devlete ait olan bu topraklar devlet memuru görevden alınınca yerine gelene verilirdi. Topraklar üç yıl üst üste ekilmezse köylünün elinden alınırdı.
İkta topraklarını halk ekip diker vergisini devlet yerine ikta sahiplerine verirdi. İkta sahipleri fazla vergi almaya kalkarsa, halk bu durumu sultana şikayet edebilirdi.
İkta Sisteminin Yararları
1• Devlet hazinesine yük olmadan savaşa hazır bir ordu oluşturulmuştur.
2• Üretimin sürekliliği sağlanmış, böylece ekonomi canlanmıştır.
3• Göçebe Türkmenlerin yerleşik hayata geçmeleri sağlanmıştır.
4• Devlet otoritesi ülkenin her tarafına yayılmıştır.
c-Haraci Topraklar: Müslüman olmayan halkın kullanımında bulunan topraklardı. Bu topraklardan haraç vergisi alınırdı.
2-MülkToprakları: Hükümdar tarafından komutan ya da devlet görevlilerine üstün hizmet karşılığında verilirdi. Mülk topraklar miras bırakılabilirdi.
3-Vakıf Toprakları: Gelirleri cami, medrese, imaret ve köprü gibi sosyal hayır kurumlarına bırakılan topraklardı.
EKONOMİK HAYAT
Selçukluların hakim olduğu Horasan, Iran, Irak, Anadolu ve Suriye ekonomik bakımdan en yüksek seviyeye çıkarak, milletler ve kıtalar arası ticarette köprü görevi görüyordu. Ülke içinde ve dışında, kıtalar ve milletlerarası ticareti emniyetle sağlayan yol ve kervansaraylar yapılmıştı.
Selçuklu ülkesinin her türlü tarım ürününün yetişmesine uygun iklime, coğrafi ve doğal zenginliklere sahip olması sayesinde ülkede bol mahsul yetişiyordu.
Ticaretin gelişmesi, gümrüklerin azlığı, üretimin bolluğu, otlak ve hayvanların çokluğu sebebiyle, Selçuklu ülkesinde zenginlik ve refah vardı.

YORUM: Selçuklular, ticaret alanında geliştirdikleri yeni modellerle birlikte şehir ve bölgeler arasında sermaye aktarımını kolaylaştırmışlardır. Bu dönemde kullanılan “Çek Yöntemi” para ekonomisindeki ileri düzeyi göstermektedir. Bu yöntem “çek” kelimesiyle birlikte Avrupa’ya aktarılmış ve modern bankacılığın bir yöntemi olarak bugüne kadar gelmiştir.

14. yüzyıl başında Fransa ve İngiltere krallıklarının bütçeleri ancak 3,5 – 4 milyon altın civarındaydı. Aynı dönemde Tebriz şehrinin bütçesi ise bu krallıklardan biri seviyesinde bulunuyordu.

Fütüvvet teşkilatı, esnafın kendi aralarında birleşerek kurdukları dini – iktisadi bir teşkilatlanmadır. Her zanaat kolu, bir onca teşkilatına bağlıydı. Loncalar, meslek ve erbabını kontrol altında tutardı. Bu teşkilat daha sonra Osmanlılara geçmiştir.
Şehirlerde esnaf ve tüccar mallarının alınıp satıldığı, tanıtıldığı pazarlar kurulurdu. Selçuklular, genellikle şeker ve değerli eşya alıp, at, halı, ipek ve maden satarlardı. Hayat pahalılığı, yok denecek kadar azdı.

UYARI: Selçuklularda 1056 ile 1113 yılları arasındaki elli yedi senelik fiyat yükselmesinin oranının toplamı yüzde onu geçmemiştir.

Türk İslam Devletlerinin Başlıca Gelirleri
•1-Öşür: Müslümanların yetiştirdikleri tarım ürünlerinden onda bir oranında alınan vergi
2-Haraç: Müslüman olmayanların arazilerinden ve ürünlerinden alınan vergi
3-Cizye: Müslüman olmayan yetişkin ve sağlam erkeklerden askerlik yapmadıkları için yılda bir kez alınan vergı
4-Savaşta elde edilen ganimetlerin beşte biri
5-Orman, tuzla ve maden işletmelerinden alınan vergi
6-Ticaretten alınan gümrük vergisi
7-Bağlı devletlerin gönderdikleri hediye ve vergiler
BİLİM VE EĞİTİM
Selçuklu devlet adamları bilimin gelişmesi için bütün imkanlarını seferber etmişti. Dini eğitim ve öğretimin yapıldığı medrese, tekke ve zaviyeler ülkenin her tarafında yaygındı.
Selçuklular Dönemi’nde, rasathaneler kurularak gök cisimlerinin hareketleri izlenmiş ve Celali takvim hazırlanmıştır. Matematik ve astronomi alanlarında Ömer Hayyam, Muhammed Beyhaki, Ebü’l-Muzaffer İsferayini, Vasiti, Ahmed Tüsi ve daha pek çok alim yetişip değerli eserler vermişlerdir. 3. yüzyılda İslam ülkelerindeki Moğol tahribatı sebebiyle bunlardan faydalanma imkânı büyük ölçüde kaybolmuştur.
Selçuklu sultan ve devlet adamlarının desteğiyle önemli edebiyatçı ve şairler yetişmiştir. Selçuklu sarayında, devlet kurumlarında ve edebi eserlerde genellikle Farsça, medrese çevrelerinde Arapça, Selçuklu hanedanı ile Türkmenler arasında ve orduda da Türkçe konuşulup yazılırdı. Selçuklularda Farsça ve Arapçaya ağırlık verilmesi Türkçenin gelişimini yavaşlatmıştır.
Selçuklu Medreseleri
İslam dünyasında Hz. Peygamberin uygulamaları ile başlayan bilim alanındaki kurumsallaşma, Selçuklular Dönemi’nde yeni bir boyut kazanmıştır. Selçuklular, İslami ilimlerin yanı sıra zamanın fen bilimlerinin de öğretildiği çeşitli fakültelere sahip, üniversite niteliğinde büyük medreseler yaptırmışlardır.
İlk Selçuklu medresesi Tuğrul Bey tarafından Nişabur’da açılmıştır. Alp Arslan döneminde Nizamülmülk tarafından açılan Bağdat’taki Nizamiye Medresesi eğitim alanında en gelişmiş kurumdu. Nizamiye Medresesi dünyanın il üniversitesi kabul edilmektedir. Bu medresenin İsfahan, Nişabur, Belh, Herat ve Basra’da da benzerleri vardı.
Medreselerde, uzmanlarca okutulan matematik, astronomi, geometri, cebir, fizik, kimya alanlarında önemli bilginler yetişmiştir. En tanınmış bilgin ve düşünce adamları müderris denilen eğitimciler olarak göreve alınmış, sadece müderrisler değil, öğrenciler de maaşa bağlanmıştır.

UYARI: Medreseler dönemin kültür ve sanat anlayışını etkilediği gibi, toplumsal yapısına da yön vermiştir. Medreseler uygulamış olduğu eğitim öğretim programıyla bir taraftan bilim ve sanat adamları yetiştirirken diğer taraftan da Batıni hareketine karşı toplumu bilinçlendiriyordu.

SELÇUKLU BÜTÇESİNDE EĞİTİME AYRILAN PAY

Melikşah tahta geçtikten sonra Divan toplantısında her kurumun kendi bütçesini yapmasını istedi. Çalışmalar başladı. Gelirler toplandı, giderler hesaplandı. Nihayet bütçeler Sultan Melikşaha arz edildi.

Melikşah, hepsini tek tek inceledikten sonra: “Görüyoruz ki bütçemizde yoksullara, muhtaçlara, yetimlere, dervişlere, ilim tahsil edenlere, sanatkarlara pek bir şey ayırmamışsınız. Bu saydıklarımız için bütçeye üçyüz bin altın konsun.” Dedi Bu emir, zamanın Harbiye Nazırı’nı rahatsız etti. Sultanın ettiği meblağ, neredeyse tüm askeri harcamalara eşitti. Ona göre devletin genişleyip büyümesinde, korunup yükselmesinde savaşlarda zafer kazanıp ganimet toplanma en büyük pay, alimlerin, dervişlerin, yetimlerin, sanatkarların değil, ordunundu. Sultan Melikşah orduyu medrese mollalarıyla bir tutuyordu. Daha fazla dayanamadı: “Bu miktar para ordunun bütçesine eklenirse, Bizansın surlarını dahi aşarız!” dedi.

Sultan Melikşah: “Yanlışın var!” diye cevap verdi, “Biz şimdiye kadar alimleri, fakirleri, dervişleri, yetimleri, muhtaçları gözetmeseydik, ordumuz değil yeni beldeler fethetmek, başkentimizi bile korumaktan aciz kalırdı.”

Hepsini tek tek süzdükten sonra devam etti: “Biz memleketleri, kılıçtan evvel, yoksul takımı ve derviş-molla kısmının dualarıyla fethederiz. ‘Duanız olmasaydı ne ehemmiyetiniz olurdu?’ buyuran Cenab-ı Hakk’a yemin ederim ki bütçemizde yapılan en hayırlı yatırım budur.”

Nizamül Mülk’e döndü: ‘Söylediklerim yanlış mı vezirim.”

Baba yadigarı şanlı vezir hayran hayran Melikşah’a bakıyordu: “Hayır Sultanım, çok doru söylediniz. Askerlerinizin okları bir  milden öteye geçmezken, Nizamiye Medreselerinde yetişen manevi ordunun duaları Arş’a ulaşıyor. Selçuklu Devleti ikisinin sayesinde gelişecektir.”

MİMARLIK VE SANAT
Selçuklularda saray, medrese, cami, mescit, türbe, kümbet, kervansaray, ribat, han, çarşı, hastane, kaplıca, hamam, çeşme, ev, yol, kale, sur, kule, tersaneler ve diğer sosyal, sivil ve askeri eserler belli başlı mimari eserleri oluşturur.
Selçuklu mimari ve sanat eserlerinin Çoğu birer şaheserdir. Batınilerin ve Moğolların tahribatına rağmen ayakta kalabilenler, uzmanlarınca hala hayranlıkla incelenmektedir.
İlk Büyük Selçuklu Hükümdarı Tuğrul Bey’in defnedildiği, Rey’deki Künbed-i Tuğrul ile, İsfahan, Hemedan ve Merv’de diğer sultanlara ait muhteşem türbeler Selçuklu mimarisinin önemli eserlerindendir.
Kitabe, hat, tezhip, süsleme, minyatür, çini, hali, kilim ve seccadeler ise Selçuklu eserlerine ayrı bir zenginlik kazandırır. Çadır şeklinde yapılan kubbeler de Selçuklu mimari eserlerinin bir özelliğidir.
Selçuklular, Merv, Rey, İsfehan, Hemedan, Bağdat ve Nişabur’da muhteşem saraylar ve camiler de inşa etmişlerdir.

YORUM: Bağdat’ta İmam-ı Azam Ebu Hanife’ye ve Necef’te Hazret-i Ali’ye ait türbe ve külliyelerin Sultan Melikşah tarafından yapılması, Selçukluların Sahabe-i Kiram, Ehl-i Beyt ve alimlere saygılarının bir göstergesidir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu