İslam ve Diğer Dinler Tarihi

Abbasi Halifeleri Dönemi

Abbasi Halifeleri ve Türkler

Emevi Hilafetinin yıkılmasıyla Suriye’nin hakimiyet devri son bulmuş, Bağdad’ın yani Irak’ın hakimiyeti başlamıştır. Beş asırı geçen bu süre içerisinde İslam dünyasının başında 37 Abbasi halifesi bulunmuş, kabaca bir hesapla, her halife 13-14 sene makamını korumuştur.

Abbasiler
Abbasiler

Ancak en önemli olaylarına ve onların gelişmelerine temas edebileceğimiz Abbasilerde halifelik döneminde, merkezin gücünün zayıflaması, uzak bölgelerden başlamak üzere ülke içinde bağımsız devletlerin oluşmasına imkan tanımıştır. Bundan sonraki kısımlarda da işte bu devletlerin, Türk soyundan valiler tarafından kurulmuş olanlarını veya halkının çoğunluğu ve idarecileri Türk olanlarını sırasıyla göreceğiz.

Burada hemen şunu ifade etmemiz gerekir ki, Abbasilerin başa geçişi yalnızca bir hanedan değişikliği olarak görülmemelidir. Ayrıca Abbasiler, Pers İmparatorluğunun bir devamı, İslamlaşmış bir şekli olarak değerlendirmek de gerçeği tam olarak ifade etmekten uzaktır. Emevilere karşı olan harekette, “ihtilalin hareket günücü, imtiyazlı olmayan şehirli halkın sosyal ve iktisadi memnuniyetsizliğinde, bilhassa Araplar tarafından kurulmuş olan Ordugah şehirlerine sürülmüş Mevaliden, tüccar ve zanaatkarlar arasında aramak lazımdır.”

“Hareketin mahiyeti, zaferi takip eden değişmelerde gayet açık şekilde görülebilir. Bu değişikliklerin birincisi ve en göze çarpanı devlet merkezinin Suriye’den Yakın ve Ortadoğu’nun büyük kozmopolit imparatorluklarının ananevi merkezi olan Irak’a nakli idi”. Seffah (749 – 754) Fırat’ın doğusunda Haşimiye’yi merkez yaptı ise de, kısa müddet sonra Enbar’a nakletti. “İkinci Abbasi halifesi ve bir çok bakımdan yeni idarenin gerçek kurucusu olan Mansur (745-775) Dicle’nin sağ sahilinde “Medinetü’s Selam’ı, Bağdad’ı kurdu. Burası Sasani başkenti Medain’e yakında ve devamlı başkent kaldı. Şüphesiz bu değişiklik büyük ve kalıcı sonuçlar doğurmuştur.

B.Lewis bu durumu “Bizans tesirindeki bir devletin, eski doğu tesirlerinin ve bilhassa devamlı olarak önemli ölçüde görülen İran tesirlerinin bulunduğu ananevi Ortadoğu İmparatorluğu modeline dönüşmesini sembolize ediyor” şeklinde değerlendirir. İdarede önemli gelişmeler oldu. Ekonomi değişti, ticaret gelişti, siyaset, sanat ve kültürel alanlarda geniş değişiklikler oldu. Şüphesiz bu konular ayrı başlıklar halinde genişliğine incelenmesi gereken bahislerdir. Bu nedenle biz, şimdilik sadece ve en kısa çizgiler ile siyasi tarih üzerinde bakışlarımızı yoğunlaştırmakla yetinelim.

Abbasiler döneminde İslam Devleti Mansur (754-775)’un kurduğu sağlam temeller üzerinde, kısa bir zaman sonra Harun Reşid (786-809)’in hilafeti devresinde azametinin zirvesine ulaştı. Fakat ne yazık ki bu zirve, aynı zamanda bir inişin de işaretlerini taşıyordu. Nitekim hemen Harun’un ölümüyle birlikte, hilafet makamına sahip olabilmek için onun iki oğlunun başlattığı mücadele bir iç harbe ve dolayısıyla dahili kargaşaya dönüştü. Emin ile Me’mun İranlılara ve Türklere istinat ediyordu. Mücadeleden galip çıkan Me’mun bir an için devlet merkezini Horasan’daki Merv’e nakletmeyi düşündü ise de, sonunda Bağdad’ı tercih etmek basiretini gösterdi.

Abbasi Hilafetinin Bölünmesi

Abbasi Hilafetinin Batı Bölgesi

Abbasi Hilafeti İslamın olan bütün topraklarda hakimiyetini sürdürme vasfını , kuruluşunun üzerinden pek geçmeden kaybetmeye başlamıştır. Bu alanda öncelik devletin batı bölgesine aittir. Abbasi katliamından kurtulan Emevilerden Halife Hişam’ın torunu Abdurrahman b. Muâviye, maceralı bir yolculuktan sonra İspanya’ya ulaştı (755). Bir sene içinde de burayı Bağdad’dan ayırdı . 929’dan, yani III. Abdurrahman‘ın iktidarı elde edişinden 17 sene sonra ise Endülüs Emevi Devleti Bağdad’a karşı ikinci bir sünni Halifeye sahip olarak da zıddıyet içine girecekti. Batı bölgesinde çok erken gelen ve belki de bir istisna kabul edilebilecek bu ayrılışı 777’de Rüstemiler (Batı Cezayir’de), 788’de şii temayüllü İdrisiler (Fas), 800’de sünni Ağlebiler (Tunus) takip etti. Nisbeten merkeze daha yakın olan Mısır’da ise bir Türk memlukü olan Ahmed b. Tolun vali olarak gelmişken, bağımsızlığını elde etti. (868-905) Daha sonra Suriye’yi de sınırlarına katan Toluniler (Tolunoğulları), 32 senelik bir fasıla ile bir başka Türk hanedanı, Muhammed b. Toğaç‘ın kurduğu İhşidiler (937-969) takip edecekti.

Suriye’ye zaman zaman Mısır’ın hakim olması, hilafet merkezi Irak ile burası arasında ikisine de bağlı olmayan tampon bir bölge oluşturdu. Bu durum, hilafetin Bağdad’a taşınması ile Suriye’nin kaybolan itibarını tekrar araması yönünde oradaki Arap kabilelerine fırsatlar hazırladı. Onlarda bundan faydalanmasını bildiler. Şehirleri kısa zamanlar için bile olsa fethediyorlardı. Hatta X. yüzyılda Musul ve Haleb’i içine alan Hamdaniler (929-990) gibi parlak, fakat geçici hanedanlar kurdular.

Abbasi Hilafetinin Doğu Bölgesi

Abbasi Hilafetinin batı bölgelerinde genellikle Arap hanedanlar (Tolunoğulları ve İhşidiler hariç) bölgeyi kendi aralarında paylaşırken, doğuda ise esas itibarıyla Türk ve İranlı hanedanlar aynı işlevi yerine getiriyorlardı. Tahiriler (821-873) Doğu İran’da bir hanedan kurdular. Aynı şekilde Saffariler (867-908), Samaniler (819-1005) kısa süreli devletler kurdular. Bunları Türkler tarafından kurulan Karahanlılar (840-1212. İslamı kabulleri 945), Gazneliler (963-1186) ve Selçuklular (1038-1187) takip etti.

Görüldüğü üzere Abbasi halifelerinin güçleri ve iktidarları zaman içerisinde git gide kısıtlanmış, hilafet denizinde adacıklar oluşmuştur. Artık halife, “arada sırada vergilerin ödenmesi, mahalli hanedanların cuma hutbelerinde adının zikredilmesi ve paralarda adının bulunması şeklinde görülen bağlılıklara razı olmak zorunda” kalmıştır.

Merkezdeki Huzursuzluklar

Yukarıda sıralanan gelişmeler olup halifelik kartalının kanatları doğu ve batı da kırpılır, yer yer ülkeyi sıkıntıya sokan siyasi, iktisadi, dini kökenli bir takım isyanlar çıkarken, bir başka tehlike de doğrudan doğruya merkezde zuhur ediyordu.

Bu durum özetle şu şekilde idi:

Abbasi halifeleri zaman içerisinde güç yitirmeye başladılar. Ülke içerisinde bazı devletler oluştu. Merkezde de bazı guruplar güçlenirken, halifeler bunlar karşısında yeterince otorite kuramıyorlardı . Nitekim Türklerin durumu böyle idi. Kaynaklar, Emeviler dönemindekileri istisna kabul edecek olursak, Cafer el-Mansur (754-775)‘u Türkleri askeri birlikleri arasına alan ilk halife olarak belirtirler. Bu gelişme Harun Reşid (786-809) döneminde de devam etmiştir.

Me’mun döneminde Bağdad’daki Türk birlikleri büyük yekunlara ulaşmıştı . Mutasım (833-842) Türklerin desteğiyle hilafet makamına geçmişti. Hilâfet merkezine çeşitli Türk ülkelerinden askeri birlikler getirmeye devam ettiği gibi, Türklerden oluşan bir Muhafız Birliği’de kurdu. Halifenin şahsi korunmasını üstlenen bu birliğin ilk sıralarda mevcudu 4000 kişi idi. Zamanla bunların sayısı yeni katılanlarla önemli ölçüde arttı. Halifeyi korumakla görevli bu birliklerin, Bağdad’da bazı huzursuzluklara sebep oldukları görülüyordu. Nihayet bu vaziyet Mutasımın başşehri terkederek Bağdad’dan 160 km ötede Dicle kenarındaki Samarra’ya yerleşmesini gerektirdi (836).

Artık bundan sonra 56 sene (836-892) süreyle sekiz halifenin (Mutasım, Vâsık, Mütevekkil, Muntasır, Mustain, Mu’tez, Muhtedi, Mu’temid) Sâmarra’da yaşadığını görüyoruz. Bu sırada artık halifelerin, genelde Türklerden oluşan bu muhafız birliği üzerinde çok az otoriteleri vardır. Hatta bu birliklerin elinde oyuncak olmuşlardır. (Mütevekkil onlar tarafından öldürülmüştür.) Mütevekkil, çöküntüye doğru yol alınan dönemdeki ilk halifedir. Samarrâ’dan Bağdad’a dönüşte merkezin güçlenmesi çabalarını olumlu bir sonuca ulaştıramamıştır. Kısa bir süre sonra durum Samarra’daki şekle dönmüş, tabiri caizse sahne değişmekle birlikte aynı oyun devam etmiştir. Artık hilafet merkezi gitgide güç kaybetmektedir. P.K.Hitti bu devre için; “Artık çökmekte olan Halifelik devletinin bundan sonraki iki asırlık tarihi, hiç bir kuvvet ve kudrete sahip olmaksızın iş başına gelen ve geride hiç bir üzüntü ve keder bırakmaksızın mezara giden itibari (nominal) Devlet başkanlarının silik suretleri ile doludur” der. (Türkçe tercüme, III, 735).

Muktedir (908-932) döneminde Kuzey Afrika’daki Fatımi soyundan gelen Ubeydullah (909) ve İspanya’da Emevi soyundan III. Abdurrahman (929) kendi bölgelerinde halifeliklerini ilan etmişlerdir. Böylece İslâm dünyasında aynı anda üç rakip halife var olmuştur. İşte bu sırada Halife Muktedir (908-932), devlet işlerini kendi Muhafız Birliği kumandanı ve hadım bil kişi olan Mu’nis el-Muzaffer‘e terk etmiştir.

Mu’nis kısa zamanda gerçek ve fiili idare haline geldi. O kadar ki, sonunda Muktedir’i hilafetten uzaklaştırıp Kahir (932-934)’i halife yaptı . Mu’nis aynı şekilde onu da makamından almış ve gözlerine mil çektirmiştir.

Muttaki (940-944), Müstekfi (944-946) benzer şekilde karanlıklar alemini boylamışlardır. “Böylece bir çırpıda Bağdad’ı gözleri önünde bu üç şahsiyet ayrı ayrı önce İslamda en yüksek makam olan Hilafet mevkiine yükseltilmiş, sonra buradan uzaklaştırılıp kör edilmiş ve onun bunun sadakasına muhtaç edilmiş bir vaziyette sokağa atılmıştı”. (Hitti, III, 739).

Bu sırada Halife Razi (934-940)’nin Muhammed b. Raik el-Hazari’yi büyük yetkilerle Emiru’l-Ümera tayin ettiğini görüyoruz (936). İbn Râik el-Hazari, İslam tarihinde bir yenilik olarak, Cuma Hutbelerinde kendi adını halifeninki ile birlikte okutmaya başlamıştır. Artık Emiru’l-Ümera, askeri kuvvetleri elinde bulunduran kişi olarak, devletin fiili ve gerçek yöneticisi pozisyonundadır. Halifenin sözde iktidarı ise Irak’ın ancak bir kısmı ile sınırlı kalmış, devlet iyice parçalanmaya yüz tutmuştur. İbn Râik el-Hazari Beekem et-Türki takip etti. (938) Onun üç sene kaldığı Emiru’l-Ümera makamına daha sonra 942’de Hamdanilerden Hasan ve Türklerden Tûzûn geçti.

Halife Müstekfi (944-946) döneminden itibaren ise Ahmed b. Büveyh‘in önce Muizzü’d-Devle unvanıyla Emiru’l-Ümerâ olduğunu görüyoruz. Bu halifenin az sonra bizzat Muizzü’d-Devle’nin müdahalesi ile gözleri kör ediliyor. Bunu şii Buveyhiler hanedanı 110 sene süre ile (945-1055) hilafet merkezine hakim olması takip eder. Bu sırada halifeler, şii Emiru’l-Ümeraların elinde sırf birer kukladan ibarettir. Halifelik idaresi en zayıf ve en aciz devresine girmiştir. Buveyhiler istedikleri halifeyi iş başına getirmiş, istediklerini de atmışlardır. Bundan kurtuluş Selçuklular sayesinde olmuş (1055), daha sonra halifeler kısa bir bağımsızlık devresi tanımışlarsada bu da çok uzun sürmemiş ve 1258’de Bağdad Ahbasi Hilafeti son bulmuştur.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu